The Guns of Navarone – J. Lee Thompson (1961)

“Dürüst konuşacağım, hayır! En ufak bir şansları bile yok. Navarone yolunu yarılamaları bile beni çok şaşırtır. Altı iyi adamı harcamaktan başka bir şey değil bu; ama bugüne kadar kaç adamın harcandığını düşünürsek, sanırım bunun bir önemi yok. Kararı alan ben olmadığım için memnunum, sadece bir aracıyım ben… Yine de oraya ulaşıp işi becerebilirler. Savaşta her şey mümkün; mutlak çılgınlığın ortasında sıkışan bir insan en olağanüstü kaynaklardan bile yararlanmayı başarabilir: Yaratıcılık, cesaret, kendini feda etme. Barışın problemlerine bu şekilde yaklaşamamamız ne kötü, değil mi? Herkes için ne kadar kolay ve iyi olurdu bu!”

İkinci Dünya Savaşı sırasında bir adada mahsur kalan 2.000 Britanyalı askeri kurtarmak için, Nazilerin adaya giden yolu kontrol altında tutan iki dev topunu yok etmekle görevlendirilen ekibin hikâyesi.

Alistair MacLean’ın aynı adlı romanından uyarlanan senaryosunu Carl Foreman’ın yazdığı, yönetmenliğini J. Lee Thompson’ın yaptığı bir Birleşik Krallık ve ABD ortak yapımı. Aralarında En İyi Film’in de olduğu yedi dalda Oscar’a aday olan ve Efekt dalında bu ödülü kazanan yapıt 1960’ların bol yıldızlı gösterişli çalışmalarından biri ve yapımcılığı da üstlenen Carl Foreman’ın varlığının izah ettiği şekilde, bir aksiyon hikâyesine savaş karşıtı söylemleri ve hatta İspanya İç Savaşı’nda Franco’ya karşı savaşan cumhuriyetçileri de yerleştirmiş başarılı bir film. 2,5 saati aşan süresine rağmen ilgiyi hep canlı tutmayı başaran film Hollywood tarzı oyunlara da başvuruyor ve sonuçta bir eğlencelik olmanın çok da ötesine geçmeye niyeti yok elbette ama yine de keyifle seyredilebilir bir eser bu.

Filme adını veren toplar Navarone adında, Ege denizindeki hayalî bir Yunan adasına yerleştirilmiş ama filme kaynak olan romanı yazarken Ege Denizi’ndeki meşhur on iki adadan biri olan Leros’ta (Osmanlı dönemindeki adı ile İleryoz) 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan çatışmalardan esinlenmiş Alistair MacLean. 1943’te geçiyor hikâye ve bir adada mahsur kalan Britanya askerlerini kurtarabilmek için müttefiklerin soyunduğu bir “imkânsız görev”i anlatıyor. “Dinleyin, öncelikle o eski kale o lanet uçurumun tepesinde. O lanet uçurum dimdik. Bırakın topları, lanet mağarayı bile göremiyorsunuz. Hem zaten o lanet kayayı parçalayacak kadar büyük bir bombamız da yok. İşte lanet gerçek bu!” sözleri ile ifade ediyor karakterlerden biri görevin imkânsızlığını. Altı adam ve sonra görev sırasında onlara katılan iki Yunan kadın direnişçi müttefiklerin kurtarma operasyonuna engel olan dev topları etkisiz hale getirmeye çalışacaklardır ve bu toplara erişmeye çalışmak bile çok tehlikeli bir iştir.

Gregory Peck, Anthony Quinn, David Niven, Stanley Baker ve Irene Papas gibi yıldız oyunculara Anthony Quayle, James Darren, Gia Scala eşlik ederken, küçük rollerde Richard Harris ve Bryan Forbes da yer alıyorlar hikâyede. Aslında bir aksiyon filmi için yaşlı bir kadro bu ve gösterime girdiğinde Britanya basını filmle “Yaşlı çete savaşa gidiyor” sözü ile dalgasını da geçmiş. Dönemin en ünlü Biritanyalı oyuncularından biri olan Stanley Baker’ın nispeten ikinci planda kalan bir rolü üstlenmesinin nedeni ise oyuncunun senaryonun savaş karşıtı içeriğinden etkilenmesi olmuş. Kendisini pasifist olarak nitelendiren Peck’in seyircinin hikâyedeki savaş karşıtlığını pek de fark etmemesinden mutsuzluğunu dile getirdiği filmin bu içeriğinin arkasındaki temel neden Foreman kuşkusuz. Gençliğinde Amerikan Komünist Parti’nin üyesi olan ama daha sonra ayrılan Foreman İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’de başlayan komünist avında senatoda kurulan komiteye tanıdığı komünistlerin adını vermemesi yüzünden Hollywood’da kara listeye alınmış ve sinemacılığa göç ettiği İngiltere’de devam etmek zorunda kalmıştı. Bu yazının girişinde yer alan serzenişten David Niven karakterinin subaylığa terfi edilmeyi ret etmesinin nedenine ve özellikle de operasyon ekibinin üyelerinden biri olan Brown’un geçmişine (bu asker “Barcelona kasabı” ünvanını İspanya İç Savaşı’nda almış ama film bu savaşın adını anmıyor elbette) Foreman etkisini görüyorsunuz hikâyede. Senarist ve yapımcı Foreman ekibe sonradan katılan Yunan direnişçilerin romanda erkek olan cinsiyetlerini filmde kadına çevirerek de dikkat çeken bir değişiklik yapmış.

Film Hollywood usulü bir “gereksizlik”le başlıyor. Filmde Atina şehrinin hiçbir yeri olmadığı halde oradaki ünlü Akropolis anıtının fotoğrafı üzerine yapılan bir tanıtım ve jenerik yazıları ile açılıyor hikâye. Herhalde bu görüntünün varlığını doğrulamak için yapılan açıklama pek de inandırıcı değil ve açıkçası bu girişin filme bir şey kattığını söylemek de pek mümkün görünmüyor. Bunu bir yana bırakırsak, takımın kurulması ve tanıtılması, operasonun yürütülmesi ve bu arada -kaçınılmaz olarak- yaşanan kayıplar ve beklenen son ile ilerleyen hikâye kaliteli bir aksiyon filminden bekleneni rahatlıkla karşılıyor. Heyecanı ve gerilimi genellikle hep diri tutuyor yönetmen J. Lee Thompson ve final tahmin edilebilir olsa da seyircisinin ilgi ve merak duygularının canlı kalmasını sağlıyor her zaman. Ekip üyeleri arasındaki ilişkiler ve geçmişten gelen bazı gerilimler çok güçlü değil ve gereksiz bir aşk da katılıyor o tehlikeli aksiyon anlarının içine ama yine de Foreman’ın senaryosu çoğunlukla üzerine düşeni yapıyor ve yönetmene iyi bir malzeme sağlıyor. Kayalığa tırmanma, teknenin kayalara bindirmesi ve çatışma sahneleri iyi çekilmiş ve gerçekçilikleri ile heyecan katıyorlar filme.

Filmin sadece aksiyonla yetinmeyip, karakterlerinin sorgulamalarını ve karşı karşıya kaldıkları karar anlarını da göstermesi ona aksiyona ek bir boyut kazandırıyor. Yaralanan ve operasyon için yük olan arkadaşlarına ne yapılacağı ve ihanetinden şüphelenilen için gerekli aksiyonu kimin alacağı gibi gerilim anları seyirciye aksiyonun yanında düşünsel bir alan da sağlıyor. Fedakârlık, risk yönetimi ve Niven’ın karakterinin Peck’in canlandırdığı karakteri “Subay olarak, bir kere de pis işi sizin yapın” sözleri ile suçlarken kendisinin ölüm emrini veren kişi olmamak için subaylığı ret etmesinin çelişmesi filmi sıradan bir aksiyon olmanın ötesine taşıyor. Senaryonun kendilerine sağladığı avantaj ile Peck, Niven ve özellikle Quinn rollerinin hakkını verirken, filmin zaman zaman tempoyu düşürme pahasına dramatik anları öne çıkardığını ve genel olarak hikâyenin bugün bir parça eskimiş göründüğünü de ekleyelim ama klasikleri çekici kılan biraz da bu “eskilik” değil mi?

(“Navaron’un Topları”)

(Visited 48 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir