The Imitation Game – Morten Tyldum (2014)

“Alman şifreleri bir bulmaca, bir oyundur. Tıpkı diğer oyunlar gibi. Oyunlarda, bulmacalarda çok iyiyimdir. Bu da dünyanın en zor bulmacası”

İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman istihbaratının mesajlarındaki şifreleri çözen İngiliz matematikçi Alan Turing’in hikâyesi.

Andrew Hodges’ın 1992 tarihli “Alan Turing: The Enigma” adlı romanından uyarlanan ABD ve Birleşik Krallık ortak yapımı bir film. Senaryosunu Graham Moore’un yazdığı filmin yönetmeni ise bir süredir ABD’de çalışan Norveçli Morten Tyldum. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman istihbaratının kullandığı şifrelerin çözülmesinde en büyük katkıyı sağlayan -ve kapanış jeneriğinde belirtildiğine göre tarihçilerin savaşın iki yıl erken bitmesini sağladığını ve 14 milyondan fazla insanın hayatını kurtardığını tahmin ettiği- Alan Turing’in hikâyesini temel olarak üç farklı zaman diliminde anlatıyor film: Üniversite öncesindeki okul yılları, savaşı sırasındaki şifreyi çözme yılları ve 1951’de evinin soyulması ile başlayan ve özel hayatındaki sırların ortaya çıktığı dönem. İki ana hikâye (Enigma’nın şifresini kırma ve Turing’in eşcinselliği nedeni ile yaşadıkları) üzerine kurulu olan film zaman zaman bunlardan birini diğerinin önüne geçirerek ilerliyor ama süresi her ikisinin de hakkını yeterince vermesine izin vermiyor gibi. Bir ünlünün trajik hayatını anlatan biyografi filmlerinin eli yüzü düzgün örneklerinden biri olan çalışma sinema dili açısından bir orijinallik içermiyor ve geniş kitlelerin rahatlıkla ve keyifle izleyeceği eserlerden biri olarak gösteriyor kendisini çoğunlukla. En iyi film dahil 8 dalda Oscar’a aday gösterilen ve uyarlama senaryo dalında bu ödülü kazanan film Oscar’a aday olan Benedict Cumberbatch’in parlak performansı ile de dikkat çekiyor.

1951 yılında başlıyor hikâye. Evine hırsız giren Alan Turing bir komiser tarafından sorgulanıyor karakolda. “Evinden bir şey çalındığını kabul etmeyen gizemli bir profesör. Bence Alan Turing bir şeyler saklıyor.” ifadesi ile dile getirilen şüphe matematikçinin özel hayatındaki sırrının ortaya dökülmesine kadar uzanacak ve para karşılığı bir erkekle seks yapması ve o tarihlerde eşcinselliğin suç olması nedeni ile cezaya çarptırılacaktır Turing. Bu ceza karşısında yapmak zorunda olduğu seçim ve ödediği bedel korkunç olacaktır matematikçinin. 2013’te Kraliçe Elizabeth tarafından özür de dilenerek onurlandırılsa da henüz 41 yaşındayken hayatını kaybetmiştir Turing ve 1895 ile 1967 arasında yaklaşık 49 bin eşcinsel erkeğin “ahlâksızlıklar”ı nedeni ile başına geldiği gibi cezalandırılmıştır cinsel yönelimi nedeni ile. Bir “kahraman” olmak da yetmemiştir onun bu trajik sondan kurtulmasına.

Film 1928 yılındaki okul dönemine ve 1951’deki soruşturma dönemine sık sık uğrasa da asıl olarak savaş sırasında yaşananları anlatıyor. Bunu yaparken de “Gerçek bir hikâyeden uyarlanmıştır” bilgilendirmesi ile gerçekleri bir parça değiştiriyor “sinemasal öncelikler” nedeni ile. Şifreyi çözen makinenin tüm bir ekibin ortak çabası ile tasarlanmış ve kurulmuş olmasına rağmen, bu işin sadece Turing’e mal edilmesi ya da hiç karşılaşmamış karakterlerin hikâye boyunca hep bir arada çalışırken gösterilmesi gibi pek çok örneği var bu gerçeklerle oynama işinin ama ticarî sinemada pek çok örneğini gördüğümüz ve göreceğimiz gibi “sıradan” bir uygulama bu kuşkusuz.

Alexandre Desplat’ın Oscar’a aday gösterilen müziği tüm klasik havası ile hikâyeye yakışır ve onu zenginleştirirken, bir yandan da seyredeceğimiz film ile ilgili de önemli bir veri sağlıyor bize: Klasik bir sinema dili ile anlatılmış; orijinalliğin değil, alışkın olunanın peşinde koşan ama bunu etkileyici bir şekilde yapmayı başaran ve o “büyük” hikâye anlatan filmlerden biri bu. Açıkçası bunların tümünü de karşılıyor seyrettiğimiz film. Ne var ki toplamda bakıldığında filmi güçlü ve önemli kılacak olan sinema değerinden çok, Turing’in her iki hikâyesinin trajik boyutu oluyor. Senaryo bu tür bir filmden beklenecek hiçbir unsuru atlamıyor ve örneğin ekip içi çatışmalardan (“Onu kovarsan, beni de kovarsın” sahnesi!) kahramanının trajedisinin altını çizmeye kadar hiçbir fırsatı kaçırmıyor hikâyesini ilginç kılabilmek için. Turing’in birkaç farklı sahnede koşu yaparken gösterilmesinin, onun aynı zamanda maratonda yarışmış olduğu hiç dile getirilmediği için havada kalması (ve seyirciyi bu sahnenin sembolik anlamı üzerine gereksiz bir yoruma yönlendirmesi) ve makineye tarihsel gerçeğin aksine Turing’in okul yıllarında âşık olduğu bir öğrencinin adının verilmesini örnek gösterebiliriz filmin bu yöndeki tercihlerine. Turing’in nişanlısı olan Joan karakteri üzerinden iki ana hikâyesine bir tema daha (kadın hakları ve kadının çalışma dünyasında karşılaştığı engeller ve ön yargılar) ekleyen film bir dönem filmi için düşük sayılabilecek bütçesine rağmen set tasarımları ve kostümlerdeki başarısı ile de dikkat çekiyor ve bir iki sahnede (uçakların havada çatıştığı sahne ve bir bombardıman sonrası gibi) efektler yeterli görünmese de film bu açıdan sınıfını geçiyor.

Başroldeki Benedict Cumberbatch’in oyunculuğu filmin en değerli unsuru kuşkusuz. Filmin göründüğü her bir karesini tam anlamı ile parlatıyor oyuncu ve özellikle de karakterinin tereddütlere ve heyecanlara kapıldığı ya da taşıdığı yükün altında ezildiği anlarda müthiş bir performans gösteriyor. Vücut dilinin ve mimiklerin yoğun ama en küçük bir zorlama içermeyen, müthiş bir doğallıkla kullanıldığı oyunculuk gösterilerinden birini sunuyor Cumberbatch ve ne denli önemli bir oyuncu olduğunu gösteriyor bir kez daha. Bilgisayarın keşfine giden yolun da tanığı olmamızı sağlayan film bilim tarihinin önemli isimlerinden biri olan Turing’in olağanüstü hikâyelerle dolu macerasını güvenli sulardan hemen hiç ayrılmadan (Turing’in eşcinselliğinin ele alınış şekli bunun en iyi örneği) anlatsa da büyük bir haksızlığa ve zulme uğramış bir ismin hikâyesini karşımıza getirmesi ile önemli ve ilgiyi hak eden bir eser.

(“Enigma”)

(Visited 88 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir