The Man with the Golden Arm – Otto Preminger (1955)

“Ben mi? Ona dokunmasına izin vermektense, kolumu kesip atmayı tercih ederim. Hastanede benimle ilgilenen Doktor Lennox ki çok iyi bir adamdır bana en az on defa dedi ki “Frankie, buradan çıktıktan sonra sadece bir kez bile kullanırsan, tekrar bağımlı olursun”. Benim için meraklanmana gerek yok, dostum”

Gördüğü tedaviden sonra serbest bırakılan bir uyuşturucu bağımlısının bir caz orkestrasında davulcu olmaya ve eski alışkanlığından uzak durmaya çalışmasının hikâyesi.

Nelson Algren’in ABD’de prestijli “National Book” ödülünü kurgu eser dalında kazanmış 1949 tarihli ve film ile aynı adı taşıyan romanından uyarlanan bir ABD yapımı. Kitaptan başta finali olmak üzere hayli uzaklaşan ve bu nedenle de Algren tarafından sahiplenilmeyen filmin senaryosunu Walter Newman, Lewis Meltzer ve jenerikte adı geçmeyen Ben Hecht yazarken, yönetmenlik koltuğunda Otto Preminger oturmuş. Amerikan sinemasında uyuşturucu bağımlılığını konu alan ve kullanımın gösterildiği ilk filmlerden biri olan eser bu “cüretli” içeriği nedeni ile Türkiye’de sansürden geçememiş ve vizyona da hiç girememişti. Hikâyenin kahramanı Frankie’yi canlandıran ve Oscar’a aday gösterilen (filmin diğer iki adaylığı Siyah-Beyaz Sanat Yönetimi ve Müzik dallarında olmuş) Frank Sinatra’nın parlak bir performans sunduğu film, başta finali olmak üzere “Hollywoodvari” havaya sık sık bürünse de; Preminger’in hiç aksamayan yönetmenlik becerisi, Elmer Bernstein imzalı sağlam müzikleri, o zamanlar tabu sayılan bir konuya el atma cesareti ve ortalama bir Hollywood filminde bile hiç aksamayan hikâye anlatma ustalığının burada da yer alması ile ilgiyi hak eden bir yapıt. Kesinlikle bir başyapıt değil ama aynı kesinlikle bir klasik bu çalışma.

Otto Preminger bu filmden üç yıl önce, 1953’te çektiği ve F. Hugh Herbert’ın aynı adlı sahne oyunundan uyarlanan “The Moon is Blue” (Ay Mavidir) ile Hollywood’da ortalığı karıştırmıştı; o tarihte hâlâ yürürlükte olan ve sansürün kurallarını belirleyen Hays yasasına aykırı bir şekilde senaryo o güne kadar kullanılmayan kelimelere (örneğin “bâkire”) yer veriyordu çünkü. O filmi ile sansür anlayışının değişmesi için adım atılmasını sağlayan Preminger bu filmi ile de bir başka tabuyu devirmiş, Sinatra ve ona eşlik eden Kim Novak ve Eleanor Parker gibi yıldız isimlerden de aldığı güçle. Hollywood’daki sol isimlerle yakınlığı nedeni ile FBI’ın takip altında tuttuğu ve hatta bir süre pasaportuna el konulan Preminger 1959’da da “Anatomy of a Murder” (Bir Cinayetin Anatomisi) ile “tecavüz” ve “sperm” kelimelerini Hollywood’a kabul ettirerek sansürün değişmesi çabalarının önde gelen sahiplerinden biri olmayı sürdürmüş. Bugünün seyircisi için akıl almaz görünebilir sansür mekanizmasının karşı çıktıkları ama o dönemin oldukça katı gerçeklerinden biriydi bu ve yıllar boyunca da sinemacıların elini kolunu bağlamıştı.

Filmin bugün bir klasik kabul edilen afişini de hazırlayan Saul Bass’ın sade ve ilginç jenerik çalışması ile birlikte Bernstein’ın caz esintili güçlü müziğini de dinlemeye başlıyoruz. Açılış sahnesinde bir otobüsten elinde iki koca bavulla inen Frankie (Frank Sinatra) ile tanışıyoruz öncelikle. Zorunlu olarak gittiği hastane – cezaevi karışımı bir yerden yeni ayrılan ve artık “temiz” olan bir adamdır Frankie ve eski mahallesine geri dönmüştür. 6 aylık ceza ve tedavi sürecinde davul çalmayı öğrenmiş ve bir orkestraya girerek yeni bir hayata başlamak arzusundadır. Onu bekleyen eşi (Eleanor Parker) tekerlekli sandalye mahkumdur ve adamın eski sevgilisi de (Kim Novak) onlarla aynı apartmanda oturan ve bir gece kulübünde çalışan seksi bir kadındır. Mahallenin uyuşturucu satıcısı Louie (Darren McGavin) peşine düşüp onu tekrar uyuşturucuya çekmeye çalışırken, yasa dışı kumar oynanan bir mekânda önceden “kasa adına kâğıt dağıtıcılığı” yapan (kâğıtları dağıtırken kasa adına kumar da oynayan) Frankie’nin patronu Schwiefka da (Robert Strauss) onun çok yetenekli olduğu işine geri dönmesini istemektedir. Özürlü karısının sürekli yarattığı vicdan azabı ve elbette uyuşturucunun sürekli çağıran sesi kahramanımızın hedeflerine ulaşmasının önünde büyük engeller oluşturmaktadır.

Filmin adındaki “Altın Kol” ifadesi hem Frankie’ye davulcu olarak yeteneği nedeni ile tedavi sürecindeki hocasının taktığı ismi hem de adamın uyuşturucuyu aynı kolundan vücuduna zerk etmesine bir gönderme. Altın Kollu Adam’ın kendisini eski dünyasına geri sokmaya çalışan kişi ve olaylarla mücadelesinden galip çıkıp çıkamayacağı filmin ana gerilim kaynağını yaratıyor. Bu savaşın sonucu kitap ile film arasında çok önemli ölçüde fark göstermiş: Gerçekleşen bir ölümün faili değişirken, kahramanımızın kitapta kısa süreli bir heves olan davulculuğu burada önemli bir yeteneğe dönüştürülmüş. Baş karakter romanda 20’li yaşlardayken, onu canlandıran Sinatra’nın o sırada 40 yaşında olduğunu da düşününce yıldız oyuncunun varlığının hikâyeyi yönlendirdiği ortaya çıkıyor ki bu da Hollywood için oldukça normal bir tutum. Bunun yanında, bu filmi oyunculuk kariyerindeki iki önemli dönüm noktasından biri (diğeri Fred Zinnemann’ın 1953 yapımı “From Here To Eternity” (İnsanlar Yaşadıkça) filminde rol alması) olarak tanımlayan Sinatra’nın performansı oldukça parlak ve oyuncu bir yıldız olarak değil, has bir sanatçı olarak gösteriyor kendisini. Uzun bir tek çekimle gerçekleşen uyuşturucu krizi sahnesinin sağlam performansının en önemli örneklerinden biri olduğu hikâye boyunca Sinatra karakterinin tereddütlerini, kendisine ve etrafındakilere karşı verdiği savaşı ve hissettiği çıkmazları oldukça güçlü bir biçimde sergiliyor. Kim Novak senaryonun onu kilişe bir tiplemeye yerleştirmesinin, Eleanor Parker ise yine senaryonun onu abartılı oynamaya zorlamasının sıkıntılarını yaşasalar da üzerlerine düşeni yapıyorlar.

Otto Preminger sağlam sinema duygusu olan bir sinemacı olarak yönetmenliğinde aksamıyor hiç. Zaman zaman ufak oyunlarla (örneğin uyuşturucu kullanımına hazırlık sırasında davulun ritmine göre kurgulanan görüntü ve kullanım sırasında karakterin yüzüne yapılan zum) hikâyenin dinamizmini koruyan yönetmen, Sinatra’nın performasından çok etkileyici bir biçimde yararlandığı son kumar sahnesinde sinemacılığının sağlamlığını kanıtlıyor bir kez daha. Frankie ile Louie’nin bardaki bir karşılaşmaları kamera hareketleri ve açıları, kurgusu ve yakın planları ile bu adamlardan ilkinin sıkışmışlığını gösterir ve haber verirken, sinema derslerinde üzerinde durulacak güzellikte bir bölüm yaratmış yönetmen. Öncelikle finali olmak üzere film Hollywood alışkanlıklarından sıyrılabilseymiş daha iyi bir sonuç çıkabilirmiş ortaya ama yine de Preminger’in bu filmi -yeterince şaşırtıcılık ve yenilik içermese de dili ve konusu açısından, dış çekimlerin çoğunun stüdyoda gerçekleştirildiği kendisini fazlası ile belli etse de ve uyuşturucu bağımlılığı açısından bazı inandırıcılık sorunlarına sahip olsa da- ilgi ile seyredilebilecek bir çalışma.

(“Altın Kollu Adam”)

(Visited 148 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir