Synonymes – Nadav Lapid (2019)

“İbraniceyi reddetmen onu çok üzmüş. Dilini reddetmenin, ruhunda bir parçayı öldürmeye eş değer olduğunu söyledi”

Ulusal kimliğinden kurtulmak için ülkesinden kaçarak Paris’e gelen İsrailli genç bir adamın hikâyesi.

Senaryosunu Nadav Lapid ve babası Haim Lapid’in yazdığı, yönetmenliğini Nadav Lapid’in yaptığı bir Fransa ve İsrail ortak yapımı. Hikâyenin kahramanı olan Yoav’ı canlandıran Tom Mercier’in ilk kez oyunculuk yaptığı film onun açısından cüretkâr olarak nitelenebilecek sahneleri olan, kimlikten (ve onunla birlikte gelen kaderden) kaçmanın imkânsız göründüğü, dili ve içeriği ile cesur bir çalışma. Yönetmenin filmin kurgucularından biri olan annesi Era Lapid’e ithaf ettiği film Berlin’de hem Altın Ayı ödülünü almış hem de sinema yazarları tarafından yarışmalı bölümün en iyisi seçilmişti. Baş karakterinin ifadesi ile “kaderi mühürlenmiş olan bir ülke”nin vatandaşı olarak İsrail’de yaşamanın travmalarını kimliğini ve onun ayrılmaz parçası olan ana dilini terk ederek atlatmaya çalışan adamın bu delice ve imkânsız denemesini farklı kamera kullanımı ve yenilikçi bir üslup ile, hikâyelerin insan için taşıdığı yaşamsal önemi vurgulayarak ve güçlü bir biçimde anlatan bir çalışma.

Taşıdığı koca bir sırt çantası ile bir adam çok hızlı adımlarla yürüyor caddede; kamera onu çok yakından, adeta vücudunun bir parçaymış kadar yakından takip ediyor. Büyük ve boş bir apartman dairesine giriyor adam. Uyuduktan sonra duşa giriyor ve oradan çıktığında, çıkardığı kıyafetleri dahil tüm eşyalarının çalındığını fark ediyor. Hava çok soğuktur, apartmandaki diğer dairelerin kapısını çalar ama açan olmaz. Donmamak için duşa girer tekrar ama sıcak su kesilir ve… Yoav adındaki genç adamın kahramanı olduğu tüm bu sahneleri ilk uyandığı andan itibaren tamamen çıplak olarak oynuyor Tom Mercier ve daha sonra birkaç kez daha tekrarladığı bu çıplaklığını, para kazanmak için modellik yapmaya gittiği bir yerde çok daha ileri götürüyor hayli sert bir sahnede. Yönetmen Nadav Lapid’in bu cüretkârlığın arkasında yatan temel olarak hikâyesinin baş karakterini tüm “çıplaklığı” ile ortaya koymak ve onun bir kimliği üzerinden atmaya çalışırken içine düşebileceği kimliksizliği işaret etme isteği olsa gerek. Mercier bu zor sahnelerin altından ustalıkla kalkıyor ve karakterinin umarsızlığını, çabalarını ve -belki de en çok kendisine karşı- giriştiği savaşı oldukça etkileyici bir performansla getiriyor karşımıza. Travmaları büyük bir karakterin bu dıştan başta fark edilmeyen ama içeride dehşetli bir şekilde can yakan yaralarını adeta kendisi gerçekten yaşamış gibi içselleştirmeyi başarmış genç oyuncu.

Yoav’ın kendisini son anda donmaktan kurtaran iki Fransız karakterle ilişkisinin seyrini, onun üzerine almaya çalıştığı yeni kimliği ile ilgili sıkıntıların bir işareti veya sonucu olarak kullanıyor film. Emile (Quentin Dolmaire) parasını zengin babasının karşıladığı evinde kitabını yazmaya çalışan ve belirsiz bırakılan bir sorunu olan genç bir adamdır ve Yoav hem hikâyeleri ile hem fiziksel olarak ilgisini çeker onun. Onunla birlikte yaşayan Caroline adındaki genç kız ise bir orkestrada obua çalmaktadır ve Emile’e karşı duyduğu ama ileri götüremediği duygularının karşılığını Yoav’da bulacaktır. Bu iki genç insanla olan ilişkileri Yoav için Fransız olmanın aracıdır bir yandan da ve akıbetleri asıl çabasınınki ile aynı olacaktır. Genç adam kaçtığı İsrail’i Paris’te de bulacaktır karşısında. Sadece peşinden gelen babası değil, güvenlik görevlisi olarak işe girdiği İsrail konsolosluğundakiler veya İsrail’deki askerliğinden tanıdığı Michel adındaki milliyetçi Yahudi onun nereye giderse gitsin ulusal kimliğinden kaçışının olmadığını gösteriyor. Yunan şair Kavafis’in “Şehir” adlı şiirindeki mısraları (Cevat Çapan çevirisi) hatırlatıyor Yoav’ın yaşadıkları: “Yeni bir ülke bulamazsın, / başka bir deniz bulamazsın / Bu şehir arkandan gelecektir… Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. / Başka bir şey umma / Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok”. Kendince haklı gördüğü gerekçelerle militarist bir toplum yaratan İsrail’de yaşamanın sonuçlarıdır bunlar. Fransa’da ne yapacağı sorulduğunda “Fransız olacağım” cevabı veren tuhaf, özgün ve yaralı bir karakter Yoav ve film de ona çok uyan bir biçim ve içeriğe sahip.

Sert kamera hareketlerinden çekinmiyor Nadav Lapid ve görüntü yönetmeni Shai Goldman ile birlikte hareketli, kıpır kıpır, tedirgin bir havası olan ve Yoav’ın çalkantılı ruhunu ve savaşını hep hissettiren bir atmosfer yaratıyor. Neta Braun, François Gédigier ve Era Lapid’in imzasını taşıyan kurgunun da doğru temposu ile desteklediği bu havada kamera Yoav’ın bakışından bakarken dünyaya, aniden onu çok yakından görüntülemeye geçebiliyor. El kamerasının yarattığı “gerçekçi” bu üslup seyirciyi ya Yoav ile birlilkte konumlandırıyor ya da onun fiziksel ve ruhsal olarak çok yakınına yerleştiriyor.

Hikâyenin büyük bir kısmında, Emile’in kendisine hediye ettiği altın rengi bir palto ile dolaşan Yoav’ın içine girmeye çalıştığı toplumdaki “yersiz”liğini görsel olarak da anlatan film İsrailli adamın Emile ve Caroline dışında hiçbir Fransızla ilişki kur(a)madığının ve tek istisna gibi görünen bir Fransızın da onun bedenini nasıl sömürdüğünün altını çiziyor. Kendi eylemlerinin sonucu olan ve haklı olarak kapıldığı güvenlik paranoyası ve beraberinde gelen milliyetçiliğin İsrail halkını nasıl esir aldığını ve Yoav’ın biraz da bundan kaçmaya çalıştığını görüyoruz hikâye boyunca. Genç adamın film boyunca anlattığı hikâyelerin -yönetmenin kendi yaşamından esinlenerek yazdığı söyleniyor bunları- hep ülkesindeki yaşamla ilgili olması, henüz Fransa’da yeni olması nedeni ile doğal olsa da, Fransa’da yaşadıklarının yine bu hikâyelerin uzantısı olmasını da aynı bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Herkesle ısrarla Fransızca konuşan (sadece babası ile İngilizce konuşuyor, herhalde adam Fransızca bilmediği için) adamın İbranice konuştuğu (konuşmaya zorlanıyor) ilk ânın bedensel ve ruhsal olarak aşağılandığı sahne de benzer bir gerekçe ile çekilmiş olsa gerek. Batılı bir bakışın oryantalist fantezilerinin nesnesi olmanın ötesine geçemiyor Yoav ve buna mahkûm kalacağını da anlıyoruz.

Filmin karanlığını azaltmayan acı mizah anları da var Yoav ile ilgili: Pink Martini’nin “Je ne Veux pas Travailler” şarkısının ritmi ile askerde atış talimi yapması, konsolosluk önünde yağmur altında bekleyenler için “sınırları kaldırması”, bir barda dans edenlerin ayakları altında sürünerek bedava yemeğe ulaşma çabası (ekmekle yapılan dans acı acı güldürüyor kesinlikle) veya onun da katıldığı bir askerî törende iki kadın askerin İsrail’e 1979’da Eurovision’da birincilik getiren Milk And Honey grubunun “Hallelujah” şarkısını seslendirdirmesi. Bunlara entegrasyon kursundaki karakterlerin ve Yoav’ın yaşadıklarını da ekleyince, filmin Yoav’ın çabasının acınası komikliğini etkileyici bir şekilde anlattığını söyleyebiliriz. Babasının “Askerlik yüzünden mi kaçtın?” sorusunu “Hayır, yazıklar olsun bana ki eğlendim orada” cevabını veren Yoav’ın bu cümlesi hikâyenin trajikomik olarak da tanımlanabilecek havasının da iyi bir özeti oluyor.

Ulusal kimliğimizden tamamen sıyrılabilir miyiz sorusu üzerine düşündürten film bu kimliği oluşturan yaşam hikâyelerimizin önemini de hatırlatıyor. Emile’e kitabında kullanması için izin verdiği hikâyeleri geri isteme gerekçesini şöyle açıklıyor Yoav: “Özellikleri olduğundan değil, bana ait oldukları için”. Kitaplardan öğrendiği Fransızcasının günlük hayata çok da uymayan edebîliği ile ayrıksı bir yerde duran Yoav’ın sondaki “kapıyı zorlama” sahnesi ile sıkı bir kapanış yapıyor film. Hikâyede birtakım boşluklar var (Yoav’ın kaçtığı bir ülkenin konsolosluğunda güvenlik görevlisi olarak işe girmesi, o boş evi nasıl bulduğu ve daha da tuhaf bir şekilde orada soyulması vs.) ve bunlarla ilgili bir açıklama yapma ihtiyacında bulunmuyor senaryo. Hikâyenin sembolizmi de bir parça fazla görünebilir zaman zaman ek bir problem olarak. Bunlara karşılık, Tom Mercier’in -çıplakken de giyinikken de!- vücut dilini ustalıkla kullanan performansı ve Quentin Dolmaire’in Yoav’ın ütopik bir şekilde hayal ettiği “Fransızlığın” sembolü olabilecek entelektüel ve seksî havayı çok iyi yansıtan oyununun da artıları arasında olduğu film sinemanın son dönemdeki ilginç örneklerinden biri ve görülmesi gerekli bir çalışma.

(“Synonyms” – “Eş Anlamlılar”)

(Visited 85 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir