“Aradığımız suçluyu yakaladığımızda, bundan mutlu olacağına eminim”
Sokakta yalnız yürüyen kadınlara saldırıp çantalarını çalan ve yanaklarında bıçağı ile iz bırakan bir adamın peşindeki polis psikiyatristinin hikâyesi.
Amerikan sinemasının 40’lı ve 50’li yıllardaki eline çabuk (Yeşilçam yönetmenlerinden bile hızlı denebilir aslında, örneğin sadece 1954’te 10 film yönetmiş) yönetmenlerinden ve düşük bütçeli ve nispeten kısa (genellikle 70 küsur dakika süren) filmleri ile tanınan William Berke’ün son filmi. Yönetmen bir sonraki filmlerinin çekimleri sırasında ölünce filmi tamamlamak oğlu Lester Wm. Berke’e kalmış. Yönetmenimiz bu filmde de filmografisinin tipik örneklerinden birini ortaya koyuyor ve bir polisiye filmi pek tanınmamış oyuncular, “basit” bir hikâye ve alçak gönüllü yapım koşulları ile anlatıyor. Bugün herhangi bir polisiye dizisinin bir bölümünden pek de farklı görünmeyen hikâyesi o dönem için yeni bir takım özellikler içermesi ile yine de özellikle sinema tarihinin meraklıları için ilgi çekici olabilir; bir de elbette Tarantino’nun “Pulp Fiction – Ucuz Roman” ile selam gönderdiği türden B tipi küçük polisiye filmlerden hoşlananlar keyif alabilir bu çalışmadan.
Polisiye türünde yazdığı eserler ve sinemada da Hitchcock’un “The Birds – Kuşlar” filminin senaryosu ile tanınan Evan Hunter’ın (romanlarında kullandığı adı ile Ed McBain) romanından Henry Kane tarafından uyarlanan senaryo senaristinin hemen tamamen televizyon için çalışmış olması nedeni ile belki de, çoğunlukla sinemadan çok televizyonun tadını içeriyor. Ortalama bir sinema filminden daha kısa olan süresi içinde olaylar peş peşe olup bitiyor ve senaryo herhangi bir derin analize vs. girişmiyor. Tıpkı bir polisiye dizisinin bir bölümündeki gibi karakterlerimizi “önceden zaten tanımış” olmamız bekleniyor sanki ve sadece olan bitene odaklanmamız isteniyor filmin yaratıcıları tarafından. Psikiyatristimizin delillerden, daha doğrusu suçların niteliği ve işleniş biçiminden yola çıkarak şüphelinin karakterini yüzde yüz doğrulukla çizmesi o günün seyircisi için ilginç olmuştur herhalde ama günümüz seyircisi için bu da çok sıradan görünecektir kuşkusuz. Hikâyenin önemli zayıflıklarından biri ise sanki iki ayrı hikâyenin zoraki birleşmesinden oluşuyor gibi görünmesi; ilk suçlu bulunuyor ve onun işlenen bir cinayetin faili olmadığı anlaşılınca sanki dizinin bir başka bölümüne geçiyormuşuz gibi devam ediyor filmimiz. Bu “ikinci” suçun failinin kimliği konusunda filmin gereksiz ipucu vermesi yönetmenin mi yoksa bu ipucunun verildiği sahnedeki oyunculuğu ile Eddie Baxter’ın tercihi mi bilmiyorum ama bu durum filmin heyecanını da azaltmış açıkçası. Kent Smith’in aksamadan canlandırdığı “psikiyatrist dedektif” karakteri de bir sonraki macerayı görmeyi arzu edeceğiniz bir çekiciliğe de kavuşturulamamış ne yazık ki.
William Inge’in 1952’de filme de çekilen ve baş oyuncusu Shirley Booth’a Oscar kazandıran “Come Back, Little Sheba – Dön Bana” adlı oyununa (aslında muhtemelen ilgili filme) göndermede bulunması ile de sinema meraklılarının ilgisini çekebilecek olan film alçak gönüllü oyunculukları, setleri ve senaryosu ile küçük bir film özet olarak. 1950’lerde yaygın olan ve genellikle polisiye türünde çekilen bu “B tipi” filmlerin bir örneği olarak nostalji amacı ile de göz atılabilir.
(“Soyguncu”)