The Russians are Coming the Russians Are Coming – Norman Jewison (1966)

The_Russians_are_coming_The Russians Are Coming“Beni öptün! Bu, Sovyetler Birliği’ndeki ile aynı anlama mı geliyor?”

Karaya oturan denizaltılarını kurtarmak için bir Amerikan kasabasına çıkmak zorunda kalan Sovyet denizcilerinin ve “Ruslar geliyor” paniği yaşayan kasabalıların hikâyesi.

1966’dan bir komedi. Senaryosu Amerikalı yazar Nathaniel Benchley’in “The Off-Islanders” adlı romanından William Rose tarafından uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda oturan isim Norman Jewison. Eğlenceli jeneriğinden başlayarak, ABD ve SSCB’ye “mümkün olduğunca” taraf tutmadan yaklaşan ve bugün bir parça (hatta bazen fazlası ile) eskimiş görünen bu komedi zaman zaman gereğinden yavaş ilerleyen bir havaya da sahip. Buna karşılık, kimi tartışmasız çok başarılı komedi anları, başrollerden birinin sahibi Alan Arkin’in çok keyifli ve kaçırılmaması gereken performansı ve propagandaya hiç bulaşmadan -naif de olsa- mesajını verebilmesi ile ilgiyi hak eden bir film bu.

Bir Sovyet denizaltısının kaptanının Amerika’yı daha yakından görebilmek için yüzeye çok yakın seyretmesi sonucu denizaltının ABD’ye ait bir adanın kıyısında karaya oturması ile başlıyor film. Dokuz asker denizaltıyı tekrar açığa çekecek büyük bir tekne bulabilmek için karaya çıkıyor ve bunun ardından hem adadaki Rus saldırısı paniği başlıyor hem de komedimiz. Norman Jewison’un filmi içeriğinin gerektirdiği bir biçimde, Amerikan ve Sovyet liderlerinin takdirini toplamakla kalmamış, aynı zamanda Jewison’un Moskova’ya özel gösterim için davet edilmesini de sağlamış. Pablo Ferro’nun tasarladığı basit ama eğlenceli ve iki ülke arasındaki çekişmeyi anlatan açılış jeneriği ABD ve SSCB bayrakları ve renklerini kullanırken, kulağımıza iki ünlü marş (Amerikalılar’ın “Yankee Doodle” ve Sovyetler’in “Polyuşko Pole” marşları) çalınıyor. Bu jenerik bir bakıma tüm bir filmin özeti: bayraklar ve renkler birbirini alt etmeye çalışırken iki tarafın da sesini eşit ölçüde duyuyor ve onları eşit ölçüde görüyoruz. Kapanışını da benzer bir şekilde yapan film, bu iki jenerik arasında ise her zaman yeterince komik olmayan ama zaman zaman sıkı bir kahkaha attıran, komedinin doğasına uygun bir gerçekçiliği yakalamayı başaran, iki tarafın karakterlerine aynı sempati ve güleryüzlü eleştirisi ile yaklaşan bir hikâye anlatıyor. Evet, tüm sorunlar Rus kaptanın Amerika’yı daha yakından görmek istemesi sonucu başlıyor ve bu kaptan final bölümünün bir kısmında huysuzluk da ediyor ama hikâyenin en çok üzerine gittiği ve dalgasını geçtiği karakter Ruslar’a karşı bir savaş organizasyonu yapmakla uğraşan, kasabadaki emekli asker oluyor. Dolayısı ile filmi o dönemin Hollywood’undan ve özellikle de bir stüdyo filminden beklenmeyecek tarafsızlığı için övmek gerekiyor.

John Mandel’in orijinal müziği ve aralarında Rus folk eserlerinin de bulunduğu şarkılarının renk kattığı film “tehlike içindeki bir çocuğun masum çığlığı” ile hikâyesini bir komediye yakışır bir şekilde bağlarken komedisinin bugün bir parça eskimiş olmasının sıkıntısını çekiyor. Zaman zaman temposu düşse de hikâye akıyor aslında ve senaryonun akıllı tasarımı ile bir yandan olaylar gelişir ve ana hikâye ilerlerken, paralelde de küçük komik anlar yaratmayı başarıyor film ki bu anlar açıkçası seyirciye asıl kahkaha attıranlar: Örneğin Ruslar’ın, kaçmamaları ve kasabalılara haber vermemeleri için birbirine bağladığı iki karakterin bağlarından kurtulma çabası birden fazla sıkı kahkaha attıracak kadar komik. Benzer şekilde, sarhoş bir adamın bir atla yaşadıkları da hikâyeden bir parça ayrı durur gibi olsa da eğlendiriyor kesinlikle. Kalabalık kadrosunu (büyük bir kısmını filmin çekildiği kasabanın halkı oluşturmuş figüranların) başarı ile kullanan filmin komedideki asıl sıkıntısı ana hikâyesini sürekli bir mizah malzemesi ile besleyememiş olması. Bu anları (daha doğrusu bu anlardan kendisinin göründüklerini) ayakta tutan ise Alan Arkin oluyor. Bir yandan kendi komutanı, diğer yandan peşindeki yüzlerce kasabalı ile uğraşan Rus subayı müthiş bir komedi performansı ile getiriyor önümüze. Mimiklerini ustaca kullanan oyuncu, konuşmadığı anlarda bile veya özellikle o anlarda çok eğlenceli yüz ifadeleri ve bakışları ile sıkı bir kahkahayı garanti ediyor seyirciye. Kadrodaki diğer isimlerin performansları yeterli denebilecek bir düzeyde ve burada iki isim öne çıkıyor: Kasabanın polis şefi rolündeki Brian Keith ve bir Rus askerini oynayan John Phillip Law.

Rus askerlerin ilk girdiği evdeki çocuğun onlara karşı gösterdiği tepki (babasını “işkence bile görmeden konuşması” nedeni ile eleştiriyor ve onu Amerikalılar için vatan hainliğinin sembolü olan Benedict Arnold (İngilizlere karşı verilen bağımsızlık savaşında İngilizlerin safına geçen bir Amerikalı subay) olarak çağırıyor) ile açılan film, aynı çocuğun değişen duyguları ile biterken barış umudunu ayakta tutmaya çalışıyor aslında. Film, iki ülke Küba’ya yerleştirilen Sovyet füzeleri nedeni ile ortaya çıkan bir savaş riskini atlattıktan sadece birkaç yıl sonra ve gittikçe hızlanan Vietnam savaşı nedeni ile iki ülkenin arasının yine gerginleştiği günlerde çekilmiş ve bu nedenle de bu umut çabası özel bir takdir gerektiriyor şüphesiz. Ne var ki bu “politik mesaj” çabasının sinemasal açıdan o denli olumlu bir sonuç yaratmadığını ve filmin komedisinin önüne geçtiğini söylemek gerekiyor.

Eva Marie Saint’e oynayacak bir alan bırakmayan ve bir komedi filminde onu komedinin bu denli uzağında tutmak gibi bir hatası olan filmin zoraki bir romantizm yaratma çabası da olmuş ki hayli eğreti duruyor hikâyede. Bu ve diğer kusurları dikkate alındığında, filmin en iyi film dalında Oscar’a aday olması –Hollywood ölçüleri içinde de- garip görünüyor bugün ama tüm bunlara rağmen Norman Jewison’ın filmi bir klasik olarak görülmeyi hak ediyor.

(“Ruslar Geliyor”)

(Visited 226 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir