“Bu gece festival var, yarın teslim oluruz”
1943’te, Sicilya’daki bir kasabayı ele geçirmeye çalışan Amerikan birliği ile, teslim olmak için önce festivallerini yapmalarına izin verilmesini talep eden İtalyan birliğinin hikâyesi.
Blake Edwards ve Maurice Richlin’in orijinal hikâyelerinden yola çıkarak, Oscar ödüllü William Peter Blatty’nin senaryosunu yazdığı ve Edwards’ın yönettiği film İkinci Dünya savaşı, gamsız Akdenizliler (bu örnekte İtalyanlar), kötü Almanlar, bir parça aşk, biraz komedi formülü ile ilerleyen, doğrudan olmasa da savaşın anlamsızlığı üzerine sözleri olan, Edwards’ın kimi uzayan sahnelere rağmen su gibi akan mizanseni ile rahat seyredilen ve Dick Shawn ve Sergio Fantoni’nin (Amerikalı ve İtalyan yüzbaşı rollerinde) uyumlu ve başarılı oyunculukları ile ilgiyi hak eden bir eğlencelik. Evet, Edwards’ın en parlak işlerinden biri değil belki ama kimi hayifli keyifli sahneleri ile vasatın kesinlikle üzerine çıkan bir film bu.
Hollywood İkinci Dünya Savaşı’nı konu alan filmler yaparken Hitler’in Almanyası’na sert, Mussolini’nin italyası’na ise sempati ile yaklaşmıştır genel olarak. Bu film de aynı yolu izliyor ve Alman askerleri kötü ve kaybeden, İtalyan askerleri ise iyi ve kazanan olarak gösteriyor sürekli olarak. Bu tercih, elbette bir ölçüde tarihsel bir gerçeği de barındırıyor bünyesinde: Alman halkının Hitler ve Naziler’i benimseme ölçüsü ile kıyaslandığında, İtalyan halkının Mussolini’ye epey mesafeli durduğunu hatırlamak, Hollywood’un sempatisini açıklıyor aslında. Bu tercihe bir de Hollywood’un “Akdeniz’in eğlenceli halkları” klişesini ekleyince filmin hikâyesi daha iyi anlaşılıyor. Disiplinli ve her şeyi kitabına uygun yapmayı seven Amerikalı yüzbaşının komutasındaki yorgun ve keyif peşindeki birlik ile, gece için planladıkları festivalin yapılmasına izin verilmesi karşılığında teslim olmayı kabul eden İtalyan yüzbaşının komutasındaki İtalyan birliğinin çarpış(ama)ması üzerine ilerleyen hikâye aslında tam da tahmin edileceği gibi gelişiyor: Şarap ve aşk Amerikalı’yı yoldan çıkarıyor ve sonunda İtalyanlar ve Amerikalılar Almanlar’a karşı birlikte savaşıyor vs. Dolayısı ile hikâye bir sürpriz içermiyor aslında. Buna rağmen filmi seyre değer kılan ise, hikâyenin seyirciye sunduğu keyifli anlar temel olarak.
Taş evlerden oluşan Sicilya kasabası (Kaliforniya’da film için inşa edilmiş bir kasaba aslında) tam da tahmin edilecek bir mimariye sahip olması ile seyircide sıcak bir tanışıklık duygusu uyandırıyor ve daha ilk sahneden başlayarak ne seyredeceğinizi bilmenizi sağlayarak, seyredeceğinizin sizde yaratacağı sempati duygusunu en başından garantiye alıyor film. Direnmeyen bir kasabanın işgali olarak tanımlayabileceğimiz bu sahne filme eğlenceli bir giriş yapmanızı sağlıyor ve daha sonra belki yeteri sayıda tekrarlanmasa da seyredeni eğlendiren anlardan ilkini yaratıyor. Edwards’ın benzer bir başarıyı yakaladığı sahne aynı zamanda filmin dolaylı da olsa (ve hatta belki o amacı taşımasa da) “savaş karşıtı” bir mesaja göz kırptığı, festival gecesinin sabahında kasabada gezinen kameranın karşımıza getirdikleri ile oluşuyor. Festivalin tatlı yorgunluğu içinde sızmış Amerikalı ve İtalyan askerler ve kasabalıları kayan bir kamera ile sergiliyor Edwards ve hem bir hüzün duygusu yaratıyor (sonuçta bir süre sonra savaşacak ve bir kısmı da ölecek insanlar bunlar) hem de adeta “savaşma, festival yap” mesajı veriyor bize! Filmin bir diğer başarısı da, özellikle “çılgınlaştığı” anlarda kendisini göstermeyi başaran komedisi. Kalabalık figürasyon kadrosunu etkileyici şekilde kullanmayı beceren film, sahte savaş gibi belki biraz uzamış ama çok keyifli sahnelerin (bir diğeri “Alman askeri toplama” sahnesi bunların) yanısıra, rol değişimi (karışan üniformalar ve değişen cinsiyetler) üzerinden de kesinlikle güldüren espriler üretiyor hikâye boyunca. Komünist partizanların ve iki beceriksiz hırsızın da ustalıklı yerleştirildiği hikâye, ilkini politik esprilerin, ikincisini ise hikâyenin kimi düğümlerinin çözüm aracı olarak kullanıyor akıllı bir şekilde.
Filmin kadrosundaki yıldız isim Amerikalı teğmen rolündeki James Coburn ve işini de yapıyor doğrusu ama hikâyenin asıl yıldızları Dick Shawn ve Sergio Fantoni kesinlikle. Usta bir komedi oyunculuğu sergiledikleri gibi hem kendilerinin de keyif aldığını hissettiriyorlar hikâyeden hem de çarpıcı bir ikili oluşturuyorlar. Giovanna Ralli’nin senaryonun klişelerine kurban olmasına rağmen, duru güzelliğini de kullandığı komedi oyunculuğu ile göz doldurduğu film, garip bir şekilde, klişelerden oluşsa da eğlendirmeyi başararak, izlenmeyi hak ediyor. Son bir not olarak, Henry Mancini’nin film için yazdığı “In the Arms of Love” şarkısının Billboard listelerine girmeyi başardığını belirtelim.
(“Harpte Ne Yaptın Baba?”)