52 Pick-Up – John Frankenheimer (1986)

“Evet bayım, çok para kazanan pek çok kişi gibi senin de paran yok!”

Karısı politikaya atılmak üzere olan bir iş adamının sevgilisi nedeni ile şantaja uğramasının hikâyesi.

Elmore Leonard’ın aynı adlı romanından uyarlanan bir ABD yapımı. Senaryosu Leonard ve John Steppling tarafından yazılan filmi John Frankenheimer yönetmiş. Sadece iki yıl önce aynı yapımcılar (Menahem Golan ve Yoram Globus) tarafından “The Ambassador” adı ile de sinemaya uyarlanan romanın bu kadar kısa bir süre içinde beyazperdede tekrar hayat bulması hayli ilginç bir durum. İlk uyarlama epey başarısız bir çalışma olmuştu; bu film ise ondan epey üstün olsa da -ve diğerinin politik saçmalıklarından muaf olsa da- yeterince tatmin edici değil bir gerilim ve polisiye filmi olarak. Kıyafetleri, saç modelleri ve synthesizer müzikleri ile tam bir 80’ler nostaljisi yaratan film kimi zaman ucuza kaçan bir erotizme de sahip. Elmore Leonard’ın “ucuz roman”larına yakışan havası ile dikkat çekebilecek olan film hedeflediği kadar eğlendiremese de ve heyecan yaratamasa da türün meraklılarının ilgisini toplayabilir yine de.

Vatkalı kıyafetler, döneme özgü saç modelleri ve Gary Chang imzalı “klavyeden her türlü havaya uygun melodi yaratılabilir”i kanıtlayan müzikler; evet bu bir 1980’ler filmi. Reagan’ın ABD başkanı olduğu dönemin havasına uygun olarak, aldatan ve aile kurumunu zor duruma düşüren bir erkeğin cezalandırılmayı hak ettiği temasına uygun hareket eden ve yine tam da aynı nedenle erkeğin sonuçta bir kahramana dönüşerek aileyi kurtardığı hikâye temel olarak, şantaj yapılan adamın kendisine şantaj yapanları birer birer ortadan kaldırmasını anlatıyor bize. Bunu yaparken sadece üç kötü adamını değil, onlarla ilişkili ve filmin erotizminin kaynağı olan iki kadını da cezalandırıyor hikâye ki bu kadınlar “ahlâksız” işleri nedeni ile hak ediyorlar bu sonu elbette! Kahramanımızın kimileri pek de ikna edici bir gerçekçiliğe sahip olmayan farklı sahnelerde hikâyenin kötü karakterleri ile yüzleşmesi üzerinden hem eğlencesini hem gerilimini üretmeye çalışan filmin doğrudan ahlâkçı bir içeriği olduğunu söylemek iddialı olabilir bir parça ama sonuçta kötüler hak ettiği cezayı bulur, günah işleyen erkek ailenin reisi olarak üzerine düşeni yaparak evliliğini kurtarır ve karısı da onu affeder ifadesi ile özetlenebilecek bir finali olan filmin en azından ahlâkçılığa göz kırptığını söyleyebiliriz rahatlıkla.

Hikâyenin kötüleri ile eğlendirici olmaya da çalışmış film ama kimi zalimliklerinde o denli ileri gidiyorlar ki eğlendirmekten çok rahatsız ediyorlar seyirciyi. John Glover’ın Clarence Williams ile birlikte filmin oyunculuk açısından en iyisi diye özetlenebilecek bir performansla canlandırdığı (ama sık sık da abartıya başvurduğu) çete reisi, zalim bir siyah adam ve fazlası ile tipik bir eşcinsel karakter olarak çizilen ortaklarından oluşan çeteyi ortadan kaldırırken, hikâyenin kahramanımızın elini kana bulamayacak bir şekilde hareket etmesi filmin en doğru tercihlerinden biri olarak görünüyor ki hikâyenin eğlendirici yanlarından biri de bu. Sonraları Quentin Tarantino filmlerinde daha etkileyici örneklerini göreceğimiz kimi diyaloglar da filme keyif katıyor açıkçası ama filmin temel sorununu aşabilmesine yardımcı olmuyor bu başarı. Film bir türlü vasatın yeterince üzerine çıkamıyor eğlence ve gerilim alanlarında. Bunun da temel nedeni sanırım, filmdeki karakterlerin de yaşadıklarından pek çok sahnede yeterince etkilenmemiş bir biçimde hareket ediyor olmaları. Bir başka ifade ile söylersek, onların yeterince ciddiye almamış göründüğü bir durumdan biz de doğal olarak fazla etkilenmiyoruz. Roy Scheider’ın kimi sahnelerdeki abartılı duran performansının arkasında da sanki bu ciddiye almama durumu var gibi ve filmi iyi olan değil kötü olanlar ayakta tutuyor bu nedenle.

Gary Chang’ın bazı sahneler için hayli hafif kaçan müziğinin de pek yardımcı olmadığı hikâyede adamın sinemaya giderek kötü adamla yüzleşmesi gibi pek çok sahne hikâyede inandırıcılık sorunu yaratırken kimi diğer sahnelerde de film yaratmaya çalıştığı gerilimini kendisi yok ediyor tuhaf bir şekilde. Tüm bu kusurlarına rağmen film yine de keyif verebilir pek çok seyirciye. Sert sahneler, kimi parlak diyaloglar, Roy Scheider ve Ann-Margret’in varlığı, ucuz da olsa erotizmi ve özellikle hayli sadist bir cinayeti ile film seyircisinin ilgisini ayakta tutabilir.

(“Şantaj”)

(Visited 501 times, 14 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir