7 Evlat İki Damat – Halit Refiğ (1973)

“Elimizden her gün binlerce lira geçiyor, cebimizde metelik yok”

Yedi çocuklu ailesini zar zor geçindiren bir adamın, en büyük çocuğunun evlilik masraflarını karşılama telaşının hikâyesi.

Senaryosunu Abdel Hai Adib ve Abdel Hamid Gouda’nın yazdığı ve yönetmenliğini Atef Salem’in yaptığı 1963 Mısır yapımı “Umm el-Arusah” (Gelinin Annesi) adlı filmden aynen uyarlanan ve Halit Refiğ’in yönettiği bir Yeşilçam yapıtı. Bu yerli uyarlamada orijinal filmden hiç bahsedilmiyor ama Naci Çelik Berksoy ve Berrin Giz’in imzasını taşıyan senaryo Mısırlı orjinalinden, diyalogların çoğu da dahil olmak üzere birebir alıntılarla oluşturulmuş. Bir aile komedisi havasını taşıyan yapıt, dili ve mizanseni ile günümüzün sitcom’larını da çağrıştırıyor. Hissettirdiği ve potansiyeli de yüksek olan sosyal meseleleri bir iki diyalog dışında kullanmayan yapıtın iki -Mısır filmini unutursak- özgün yanı var: Neriman Köksal’ın Yeşilçam’ın ona bolca layık gördüğü vamp / kötü kadını değil, yedi çocuklu ve iyi yürekli bir anneyi oynaması ve çocuklardan biri olan ve filmin başarılı bazı komedi anlarının ana öğesi olan Cengiz karakteri. Bunun dışında, Yeşilçam’ın aile komedilerinden hoşlananların severek izleyeceği ama bu türün başyapıtlarının, örneğin Ertem Eğilmez imzalı Arzu Film yapıtlarının seviyesinin gerisinde kalan bir film bu.

Atef Salem’in filmi -kısa listeye kalamasa da- Mısır’ın Yabancı Dilde Film dalında Oscar adayı olmuş ve Mısır toplumunun, burada özellikle düğünler üzerinden ele alınan geleneklerini bir komedinin konusu yapmıştı. Sinemamızın 1970’li yıllarda televizyonun tüm evleri istila etmesi ile iyice ateşlenen krizinin ilk belirtilerinin yaşadığı 1973’te çekilen bu Halit Refiğ filmi Yeşilçam’ın bir dönem bolca ve elbette izinsiz olarak Mısır sinemasından “etkilenerek” çektiği yapıtlardan biri. 2022’de hayatını kaybeden, sinemamızın gayriresmi arşivcisi Agâh Özgüç’ün VideoSinema dergisinin Temmuz – Ağustos 1985 tarihli sayısındaki yazısında altı dönemde ele aldığı Yeşilçam tarihinin 1940’ların ortalarında başlayıp 1960 başlarına kadar uzanan “Göbek Devri” çağında (Bu çağlar sırası ile; Takma Sakal Devri, Gözyaşı Devri, Göbek Devri, Hazretler Devri, Seks Devri ve Arabesk Devri) bu uyarlamaların epey örneği verilmişti. Mısır toplumu ile Türk toplumunun ortaklığı elbette sadece göbek dansı ile sınırlı değil; Ortadoğu’nun bu iki ülkesinin halklarının benzerlikler gösteren geleneklerinden bazıları da evlilik merasimleri ile ilgili olanlar. Bu filmin konusu olan yedi çocuklu aile de, zaten kıt kanaat geçinirken en büyük çocuk olan kızın evlenmek istemesi ile ciddi bir problemle karşı karşıya kalır: Evlilik töreninin ve yeni ev açmanın masraflarının nasıl karşılanacağı. Baba (Cüneyt Gökçer) bir yerde memur olarak çalışmaktadır ve tek umudu maaş zamları ve hep konuşulan ama hiç gerçekleşmeyen ikramiyedir. Şirketin tüm tahsilatları kendisine zimmetlenen ve kilidi onda olan bir kasada saklanan adam bir süre sonra kendisini beklenen ikilemin içinde bulacaktır.

Cüneyt Gökçer ve Neriman Köksal’a aralarında Perihan Savaş, Ayşen Cansev, Yaşar Yağmur, Hayrettin Aslan, Mesut Engin, Cevat Kurtuluş, Hayrettin Aslan ve Nubar Terziyan’ın da bulunduğu bir kadronun eşlik ettiği filmin odağında yoksulluğun geleneklerin zorunlu kıldıklarını karşılamaya yetmemesi durumu var ve bu durum bir mizah çerçevesi içinde ele alınıyor. Ortaya elle tutulur bir sosyal eleştiri çıkmamasının nedeni ise türün mizah olması değil; orijinali de pek öyle eleştirel bir amaç taşımıyordu ama bu Yeşilçam uyarlaması sık sık konuşulan zam ve ikramiye beklentisinden ve bu yazının girişinde yer alan cümleden hiç ileri gitmemeyi seçiyor. Dolayısı ile ortada ne bir sistem eleştirisi (ya da iması) var ne de hikâyeye bir toplumsal boyut katma çabası. Tıpkı Cevat Kurtuluş’un kendi kendisinin karikatürü olarak kullanılması gibi, film beklenenden hiç sapmıyor ve sadece eğlendirmeyi hedefliyor; dolayısı ile en azından geleneklerin eleştirisini bile içermiyor. Öyle ki evliliğin tarafları olan iki aile arasındaki gelir ve sınıf farkı bile arada kaynayıp gidiyor çoğunlukla. Damadın babasının “memlekette kereste tüccarlığı” yaparken, İstanbul’a gelince müteahhit olması gibi olguların hiç üzerine gidilmemesi de kaçırılan bir fırsat olmuş.

Ailenin çocukları arasındaki acı tatlı çekişmeler, annenin yedi çocuğun yükünün altında ezilmesi ama yine de elinden geleni yapması, babanın bu kalabalık aileyi geçindirme telaşı ve evlilik meselesi filmin mizah anlarının temel kaynakları olmuş. Üst düzeylere ulaşmasa da oyalayan ve işini gören mizah anlarının en iyilerinin kaynağı ise Hayrettin Aslan’ın canlandırdığı Cengiz adlı çocuk. Ablalarının namusunu korumaya ant içmiş, ciddi delikanlı havasındaki bu karakter sigara içtiği için babasından kötü azarlar işitiyor ama sert imajını da hiç bozmuyor. Senaryo nerede ise Cüneyt Gökçer’in baba karakteri kadar oynama alanı sağlamış Aslan’a ve o da en özenli yazılmış (çoğu Mısırlı orjinalinden kopyalanmış) repliklerin de sayesinde filmin en eğlenceli unsurunu hakkı ile yaratıyor. Filmin bir kopya olduğunu bir kenara bırakırsak ve Yeşilçam’ın kendi çerçevesi içinde ele alırsak, yapıtın en orijinal yanını onun varlığı oluşturuyor. Filmin bir diğer artısı ise Neriman Köksal’ı Yeşilçam’ın kalıplarından kurtarmış olması ve cefakâr bir geleneksel anne rolünde kullanması. Evet, senaristler ve hatta Köksal’ın kendisi zaman zaman o kalıpları çağrıştırmaktan kendilerini alamamışlar farklı sahnelerde ama genel olarak filmin burada bir farklılık yarattığı rahatlıkla söylenebilir.

“Bu odaya babamdan başka bir erkeğin gireceği hiç aklıma gelmezdi”, “İnanır mısın, en büyük hayalim yattığın odayı görmekti” ve “Düğüne ne kaldı, dişinizi sıksanız biraz” gibi, bir yandanda muhafazakâr geleneklerle dalga geçen sözler ve kimi sahneler bir yandan da sinemamızın yaklaşmakta olan erotizm günlerine (Agâh Özgüç’ün ifadesi ile “Seks Devri”ne) işaret ediyor. Kırmızı gecelikler, yatakta edepli oynaşmalar, “çalıntı öpücükler” ve sürekli yatak odasına gelen çocuk nedeni ile yapılamayanlar gibi farklı unsurlarla da destekleniyor bu hava ve mizahın alanını genişletiyor. İlk yarım saati, bir sitcom’un ana karakterleri tanıdığımız pilot bölümü havasını taşıyan ve anlaşılan armutun bol olduğu bir dönemde çekilen filmin hikâyesi genellikle evin içinde geçse de, kısıtlı dış çekimlerden biri olan Rumeli Hisarı bölümünde bu tarihî mekân hayli iyi kullanılmış. Bir zamanlar konserler ve tiyatro oyunlarına sahne olan, önce müzeye çevrilerek ve sonra da 2016’da sahne bölümüne bir mescit yapılarak bu işlevi bilinçli olarak yok edilen bu mekânı surlarına asılmış “Antigone” oyununun afişi ile anmak için iyi bir fırsat da sunuyor bize film.

Finaldeki kolaycı çözümlerin hem Yeşilçam komedisine hem de sosyal eleştiriden uzak duran içeriğine uygun düştüğü ve aralarında Steppenwolf’un “Magic Carpet Ride” adlı rock klasiğinin de bulunduğu yabancı müzikleri bolca kullanan filmde Halit Refiğ’in yönetmenliği iki kez gösteriyor kendisini: Finaldeki düğün bölümünün kaosunun iyi kotarılması ve karamsar bir konuşmadaki iki karakteri gölge ve ışık oyunu ile yüzlerini gölgeleyerek gösteren çekimler. Bu ikincisinin fikri yönetmene mi, yoksa görüntülerde imzası olan Orhan Kapkı’ya mı ait bilmiyorum ama filmin görsel açıdan tek farklı sahnesi bu ve genel tercihlerin içinde bir parça ayrıksı dursa da yapıta renk katıyor.

(Visited 56 times, 3 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir