Bodeng Sar – Kavich Neang (2021)

“Baba, makası neden istiyorsun?”

Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh’de “Beyaz Bina” olarak bilinen ve şehrin sembollerinden biri olan dev apartman blokundaki bir dairede yoksul ailesi ile birlikte oturan genç bir adamın, binanın “kentsel dönüşüm” için yıkılacağı haberi ile hayatının değişmesinin hikâyesi.

Senaryosunu Kavich Neang ve Daniel Mattes’in yazdığı, Neang’ın yönettiği bir Kamboçya, Fransa, Katar ve Çin ortak yapımı. Başta İstanbul olmak üzere, ülkemizin de başındaki en büyük şehircilik sorunlarından biri olan ve derin toplumsal etkiler yaratan “soylulaştırma”nın (gentrification) bir örneğini anlatıyor Neang, baş karakterinin kişisel hikâyesini de katarak. Zaman zaman minimalist denecek boyuta ulaşan içeriği ve düşük tempo tercihi yapıtı daha çok “festival filmleri”nden hoşlananların seveceği bir sınıfa sokuyor ama yönetmenin belgesele yakın duran dili, öyküsüne ve karakterlerine adeta hiç müdahale etmemiş havası veren dürüst yaklaşımı, başroldeki Piseth Chhun’un en ufak bir abartıdan uzak sade ve sahici performansı ve anlattığının önemi ile ilgiyi hak eden bir film bu.

Yenileme, modernleşme, güzelleştirme veya -bizde deprem riski alet edilerek öne sürülen- güvenlik gibi gerekçelerle şehrin rant değeri yüksek yerlerinin sahipliğini veya orada yaşama hakkını yoksuldan alıp zengine veren bir süreç soylulaştırma. Bizde de giderek artan bir süratle, başta İstanbul olmak üzere pek çok şehirde bu süreç alt sınıfların aleyhine işliyor yıllardır ve sonuç yoksulun şehrin dış çeperlerine sürülmesi ve merkezin sermaye sahiplerine tahsis edilmesi oluyor temel olarak; bunun sonucunda yılların yaşam alışkanlıklarının, komşuluklarının ve ortak hafızanın yok olması kuşkusuz ki çok önemli bir toplumsal yarılma demek aynı zamanda. Kavich Neang’ın filmi işte bu süreçlerden birinin sonucu olarak yok edilen bir toplumsal sembolünün, Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh’deki ünlü Beyaz Bina’nın akıbeti üzerine kurulu bir hikâye anlatıyor bize ve binanın yıkılabilmesi için sakinlerinin evlerini satmaya zorlanmalarının neden olduklarını sergiliyor. Samnang (Piseth Chhun) dansçı olmayı hayal eden ve iki arkadaşı ile imkân buldukları her yerde hip-hop dans gösterisi yaparak para kazanmaya çalışan bir genç adam ve, annesi ve ilerlemiş şeker hastalığı olan babası ile bu dev apartman blokunda 40 metrekarelik bir dairede yaşıyor. Birlikte dans ettikleri iki arkadaşından birinin akrabalarının yanına Fransa’ya gitme kararı alması ile dans hayalleri yıkıma uğrarken, binanın yıkılacağı haberleri de yaşamını derinden etkileyecektir.

Beyaz Bina orta gelirli aileler için inşa edilmiş ve pek çok sanatçı da burada yaşamış yıllarca; 2017’de güvenlik gerekçesi ile yıkılmadan önce yaklaşık 500 aile yaşıyormuş bu dev blokta ve bakımsızlığın neden olduğu problemlerle baş başaymış yoksul sakinleri. Bugün Türkiye’de pek çok mahallede, sokakta “kentsel dönüşüm” başlığı altında müteahhitlerle ev sahiplerini karşı karşıya getiren, komşuları birbirine düşüren tüm konuların aynılarının yaşandığını görüyoruz bu filmde. Evleri için teklif edilen düşük ücrete karşı çıkanlarla yıkım korkusu ile bu ücrete boyun eğenler arasındaki tartışmalar, alacakları para ile aynı şehirde bir yaşam kurmanın imkânsızlığını görüp bütün hayatlarının kökten değişeceğini fark edip üzülenler gibi tanıdık gelecek unsurlar bunlar ve özetle yoksullara “yaşadığınız yerler sizin yoksulluğunuz nedeni ile hak etmediğiniz yerler” mesajını veriyorlar. Yönetmen kendisinin kişisel anılarını da taşıyan bir hikâyede işte bunları sade ve duygusal kışkırtıcılıktan uzak bir şekilde anlatıyor. Kendi babası da tıpkı filmdeki baba gibi 1980’de yerleşmiş bu binaya ve evinin yerle bir edilmesine tanıklık etmiş. Kavich Neang aslında önce Beyaz Bina’da yaşayan genç dansçılarla ilgili bir öykü anlatmak için yola çıkmış ama uzayan süreç sırasında binanın yıkımı gündeme gelmiş ve bu sırada çektiği görüntülerden “Last Night I Saw You Smiling” adlı belgeseli oluşturmuş 2019’da. Bu tanıklığı kendisi ve babasının hikâyesini anlatacak bir kurgu filme de dönüştürmeye karar vermiş ve ortaya “Bodeng Sar” çıkmış. Filmin yeterince olgunlaşamayan tarafı da işte bu tanıklıkla kurgunun birleşimi olmuş görünüyor.

Film “Beyaz Bina”yı tam tepeden çeken ve kaydırma ile binanın ve bulunduğu yerin yoksulluğunu ve bakımsızlığını gösteren görüntülerle açılıyor ama yine de binanın içine girdiğimizde karşılaşacağımız manzaraya göre hoş bir görüntü bu. Binada yaşayanlardan biri olan Samnang’ın arka planda bir kentsel dönüşüm öyküsü yer alan kişisel hikâyesi gibi başlayan film bir süre sonra bu iki ayrı hikâyenin yer değiştirmesi ile binanın kaderini öne geçiriyor. Bunun bedeli ise genç adamın hayallerinin -ve bunların yıkılmasının- öneminin azalması oluyor. Özdeşleşme değil ama karaktere yakınlaşma açısından hikâyeye bir parça zarar veriyor bu tercih ve dramatik gücünü azaltıyor. Ortalama bir seyirci için, yavaş temposu ve sessizliklerle dolu konuşmaları ile birlikte “zor” bir film olabilir bu; ne var ki bu “engeller”i aşabilen bir seyirci için filmin sundukları kesinlikle ilgiyi hak ediyor. “Lütuflar”, “Ruh Evi” ve “Muson” başlıklarını taşıyan üç bölümde anlatılan hikâyenin içeriği başta geliyor elbette filmi değerli kılan unsurlar arasında. Daha önce çektiği belgeseldeki gibi kendisini geri plana çekerek, yaşananlara dürüst bir tanık gözü ile bakan bir dil tutturmuş yönetmen ve bu da izlediğimizin sahici bir görünüm kazanmasını sağlamış. Şehirdeki inşaat görüntülerini ve dev vinçleri sık sık ama gözümüze sokmadan, şehrin siluetinin “doğal” bir parçasıymış gibi gösterme tercihi başta olmak üzere, Douglas Seok’un kamerası hep yalın ve gerçekçi bir şekilde getiriyor karşımıza mekânları ve karakterleri.

Birbirleri ile konuşan karakterleri görüntülerken farklı bir tercihte bulunmuş yönetmen: Konuşmaların arasında sessizlik anları var ve duraklayarak konuşuyor karakterler ki bir olumlu bir de olumsuz etkisi olmuş bunun: Her bir sessizlik ânı o konuşmaya bir hüzün katıyor ve karakterlerin yıkılan hayallerinin, kaybolmakta olan anılarının ve yoksulluğun neden olduğu çaresizliklerinin somuta dönüşmesi için gereken zamanı veriyor seyirciye adeta. Buna karşılık, bu tercihe sık başvurulmasının zaman zaman hikâyenin belgeselimsi havasından uzaklaşmasına neden olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Evden annenin küsmesine de neden olarak ayrılan abla karakterinin hikâyeye yeterince kayda değer bir boyut katamadığı da ve Samnang’ın yaşadıklarını açıklama ya da zenginleştirme yönünde bir işlev gösteremediği de açık.

Belgesele en yakın duran bölümlerin en çekici yanlarını oluşturduğu film hikâyesinin odağındaki dev binaya adeta öykünün karakterlerinden biri gibi yaklaştığı; onun nefes alıp vermesini ve kaçınılmaz ölümüne doğru süratle ilerlemesini önümüze net ve dürüst bir şekilde serdiği zaman en parlak anlarını yakalıyor. Bu binada doğan ve büyüyen Kavich Neang’ın, binanın son zamanlarında uyuşturucu ve fuhuş mekânına dönüşmesini göstermemesi eleştiri konusu olmuş ve romantik bir nostalji inşa etmeye soyunduğu da söylenmiş ama şunu unutmamalı ki bir bölge iktidarın gözünde rant değeri kazandığında, devletin ilk işi orasını sakinleri için yaşanabilir bir yer olmaktan çıkarmak ve bunun için de bazı suçlara göz yummak, hatta el altından teşvik etmektir. Dolayısı ile yönetmene yapılan eleştiri ancak onun bu devlet suçunu anlatmaması üzerine yapıldığında bir anlam kazanabilir, “Beyaz Bina” ve benzerlerinin bulunduğu bölgelerin “zaten yaşanamaz yerlere dönüştüğünü” göstermemesi üzerine değil. Kaldı ki bir sanatçının yitirdiği evini nostalji ve hatta romantizm ile hatırlamasında kesinlikle bir yanlış tutum aranmamalı.

(“White Building”)

(Visited 25 times, 3 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir