“Bay Hulot bir haftalık tatil için deniz kenarında. Şimdi kameranın arkasında kendinize bir yer bulun ve bu tatili onunla birlikte yaşayın. Bir hikâye beklemeyin; sonuçta tatilin amacı eğlencedir ve eğer peşine düşerseniz hayatın kendisinde bir kurguda bulacağınızdan daha fazla eğlence bulursunuz”
Tatilini geçirmek için deniz kenarındaki bir otele gelen Bay Hulot’nun, onun neden olduğu kaosun ve diğer tatilcilerin hikâyesi.
Fransız sinemacı Jacques Tati’nin yarattığı Bay Hulot (Monsieur Hulot) karakterinin ilk sinema macerası olan bu filmin senaryosunu Tati; Pierre Aubert, Jacques Lagrange ve Henri Marquet ile birlikte yazarken, yönetmen koltuğunda da kendisi oturmuş. Açılışta seyirciye net bir şekilde söylendiği gibi bir hikâye anlatmayan; bunun yerine, bir hafta süren tatil boyunca yaşananları ve hayatın doğasında yer alan komik ve eğlenceli yanları sergileyen bir film bu. Daha sonra üç Tati filminde daha seyircinin karşısına çıkan; iyi niyetli, biraz sakar ve istemeden irili ufaklı kaoslara neden olan Hulot karakterinin bu ilk macerası kesinlikle bir defadan fazla görülmeyi hak eden ve bunu sadece iyi/eğlenceli bir film olduğu değil, aynı zamanda her defasında yeni keşiflere imkân verdiği ve tatil sonunda yaşanan bir şeyleri geride bırakmak zorunda olmanın neden olduğu hüzün ve nostaljiyi tüm derinliği ile karşımıza getirebilmesi ile de başaran bir film bu.
Jacques Tati’nin bu ilk Hulot filmi 1953 yılında gösterime girmiş ilk kez ama yönetmen yaşamı boyunca filmi yeniden kurgulamış, çeşitli sahneler ekleyip çıkarmış ve müziğini de gözden geçirmiş sürekli olarak. Bunun sonucunda önce 1962’de, sonra da 1978’de iki farklı versiyonunu vizyona sokmuş yönetmen. Filmini ne denli canlı tuttuğuna, son versiyona Spielberg’in 1975 yapımı “Jaws – Denizin Dişleri” filminden esinlenerek çektiği ve hayli eğlenceli bir sahneyi eklemiş olması kanıt olarak gösterilebilir sanırım. Fransa’da sinemalarda büyük ilgi gören film, bu ilginin sonucu olarak Jean-Claude Carrière tarafından ve Pierre Étaix’in çizgileri ile, aynı ismi taşıyan bir roman ile edebiyata da uyarlanmış.
Hulot karakterini askerliğini yaparken tanıştığı Alouette adlı bir arkadaşı üzerinden yarattığını söyleyen Tati’nin filmdeki diyaloglarının basitliği ve sıradanlığı (hatta kimilerine göre sıkıcılığı) sinemacının özellikle başvurduğu bir tercihin sonucu. Bununla iki ayrı şey hedeflemiş Tati: Komedisini ve eğlencesini sözler değil, aksiyon ve görüntüler üzerinden üretmek ve evrensel bir gerçek olan tatilcilerin tüm sorumluklarından ve hayatlarının stresinden uzaklaştıkları banal günlerinin boş konuşmalarını göstermek. Açıkçası bu hedeflerin her ikisi de yakalanmış bu önemli filmde. Alain Romans’ın caz ve pop arasında gidip gelen keyifli müziğinin desteklediği film diyalogların hemen hiçbir öneminin olmadığı bir “hikâye” anlatıyor bize. Örneğin tren istasyonundaki açılış sahnesinde kendilerini sahile götürecek olan trenin kalkacağı peronu keşfetmeye çalışan kalabalık tatilci grubunun koşuşturması tam bir sessiz sinema örneği olarak çıkıyor karşımıza. Sadece istasyondaki sorunlu bir hoparlörden gelen ve trenin kalkacağı peronu duyuran ses ile ortam sesinin eşlik ettiği bu sahne Tati’nin insanoğlunun komik acizliğini sergileyerek sıkı bir giriş sağlıyor filme.
Evet, filmin bir hikâyesi yok, aynı şekilde başlayan ve biten bir olay dizisi de yok filmde. Kalabalık bir karakter grubu üzerinden bize insanın tatil sırasında büründüğü hallere dair bir resim dizisi sunuyor bunun yerine film ve bu dizi içinde de -özellikle sondaki havaî fişek bölümü ile zirvesine çıkan- komik anlar getiriyor karşımıza. Komikliklerin ve eğlenceli anların birbirinden bağımsız gibi görünmesi ve hatta öyle olması günümüz Türkiye komedilerinde zaman zaman karşımıza çıkan “skeçler dizisi”nden çok farklı bir durum ama. Bu skeçler kurguları, karakterleri ve oluş bitiş şekilleri ile hep bir bütünün parçası gibi oluşturulmuşlar ve sonuçta da ortaya kesinlikle bütünlüğü olan bir eser çıkmış. Hulot karakteri dışındaki diğer karakterlerin her birinin de bir “hikâye”si var filmde ve senaryo tüm bu karakterleri ve hikâyelerini ustalıkla bir araya getirmiş; sonuçta ortaya çıkan ise benzeri bir tatil yapan herkese oldukça tanıdık gelecek bir görüntü olmuş. Küçük sersemlikler, çatışmalar, rahatlama ve eğlenme çabasının neden olduğu komiklikler ve işte bu “sersemce geçen” günlerin bitiminde duyulan ve hayatın gerçeklerine dönecek olmanın yarattığı hüzün.
Eski püskü ve her an parçalara ayrılacakmış gibi görünen, egzosundan durmadan gürültülü sesler çıkaran arabası ile Hulot karakteri filmin elbette en çekici kozu. Otele ilk girdiğinde kapıyı açması ile dışarıdaki rüzgârı içeri alması ve bu rüzgârın neden olduklarından sondaki havaî fişek sakarlığına kadar her göründüğü anda etkiliyor seyredeni ve kesinlikle eğlendiriyor. Uzun boyu ve bunun neden olmuş gibi göründüğü dengesizliği, sallanarak ve adeta olduğu yerde zıplayarak yürüyüşü ve bu yürüyüşü sırasında öne doğru hep hafifçe eğilmesi ile bir sessiz film karakteri ve karikatürü gibi duruyor Tati kendisinin canlandırdığı bu karakterde. İki elini birden sık sık eline koyan bu adam bir genç kıza bavullarını taşıması için yardım ederken, Jaws filminden esinlenen bir sahnede denizin ortasında ikiye bölünüp kendi üzerine kapanan bir kanonun içinde kaldığında, bir cenaze töreninde neden olduklarından bir tenis raketini aptalca kullanmasına kadar filmin komedisinin büyük bir kısmını üretiyor. Diğer karakterler ise komedi kaynağı oldukları kadar, belki ondan da çok bir tatilci profilinin eğlenceli bir resmi için poz vermişler sanki yönetmene. Kendisine sürekli şehir ve ülke dışından telefon gelen yoğun iş adamı, savaş anılarını tekrarlayıp duran yaşlı asker, entelektüel genç adam, tatile yalnız gelen genç kadın, radyonun başından ayrılmayan adam ve yaşlı çift gibi karakterler hep bir sessiz sinema filminden fırlamışa benzeyen karikatür havaları ile dikkat çekiyorlar.
Komedisini sözlü esprilerden değili karakterlerin yaptıkları/yapamadıkları ve sersemliklerinden alan ve bir “tatil günlüğü” havasındaki bu film, diyaloglarının bilinçli önemsizliğine rağmen sesin önemli olduğu bir çalışma. Tati ilk filminde (“Jour de Féte – Bayram Günü”) olduğu gibi sesi komedisinin ve çizdiği resmin önemli bir parçası yapmayı başarıyor. Hulot’nun arabasının egzosunun sesinden tatilcilerin karmaşasının sesine, radyonun sesinden Hulot’un çaldığı plağın sesine ve otel kapısının çıkardığı sese aslında epey gürültülü bir film bu tüm sessiz sinema havasına rağmen. Tati’nin ilk filminden kimi öğeleri de (örneğin ilk filmde Tati’nin postacı karakterinin meyhanenin kapısından girmesi ile bir üst katın penceresinde görünmesi arasında imkânsız denecek kadar kısa bir süre vardır; bu filmde ise tatilcilerin istasyondaki alt geçidin bir ucundan girip hemen diğer ucundan dışarı çıkmaları yine çok kısa bir sürede gerçekleşir) taşıdığı filmi aslında sadece bir komedi olarak nitelendirmek haksızlık. Tati komedi üzerinden ve eğlendirmeyi de ihmal etmeyerek, insan doğası üzerine bir inceleme üretiyor kesinlikle. Görülmeyi, birkaç kez görülmeyi ve üzerinde düşünülmeyi hak eden bir inceleme bu. Hiçbir kabalığa başvurmayan, mimikleri komedinin aracı kılma kolaylığına başvurmayan ve tüm karakterlerini olduğu gibi -onları hiçbir abartılı tavır ve aksiyona zorlamadan- kullanan çok önemli bir film bu, özetle söylemek gerekirse.
(“Monsieur Hulot’s Holiday” – “Bay Hulot’nun Tatili”)