“Fiona Apple’ı duydun mu? Ayrılık şarkılarında uzmandır. Şarkılarından birinde şöyle der: Bütün bu aşkın / Bütün bu aşkın / Eksik bir yanı olmalı / Seni tanımaya çalışmaktan / Sıkılıyorsam”
On sekiz yaşını yalnız başına kutlayan ve geçmişinde bir acısı olan genç bir adam ile doğum günü gecesinde tanıştığı genç bir kadının hikâyesi.
Kanadalı yönetmen Pascal Plante’in konulu ilk uzun metrajlı filmi. Plante senaryosunu Geneviève Dulude-De Celles ile birlikte yazdığı filmde on sekiz yaşındaki bir genç adamın geçmişindeki acının etkisi ile yalnız ve mutsuz bir hayat sürerken tanıştığı bir kadınla değişen (ya da değişebilir gibi görünen) günlerini anlatıyor. Baş karakterinin hüznüne ve kırılganlığına uygun bir dili olan film bir “yaz aşkı” anlatsa da bu aşkı ince ve zarif bir dil ile karşımıza getirmesi ve aşkın öncesi ve sonrasını hissettirmesi ile farklılaşmayı başarıyor. İki genç oyuncunun doğal ve samimi oyunları ile içtenliğine önemli bir katkı sağladıkları çalışma seyirci üzerinde kırık bir umut uyandıran “küçük” bir film.
On sekiz yaşını ilk kez satın alabildiği birayı bolca içerek ve çılgın bir metal konserinde yalnız başına eğlenerek kutlayan ama tüm bu anlarda bir mutluluktan çok bir yalnız genç adam havası ile karşımızda olan bir genç Théo. Konser sonrası bir cafede genç bir kadınla tanışıyor ve film bundan sonra bir yandan bir aşkın başlangıcını ve gelişimini anlatırken, yavaş yavaş da genç adamın geçmişindeki sırrın üzerindeki örtüyü açıyor bizim için. Sadece 2 hafta sürebilecek bir yaz aşkı bu; çünkü Théo -kendi seçimi olmasa da- şehri terk edecektir bu sürenin sonunda. Film adını bu genç adamın kolundaki “sahte dövme”den alırken, onu güçlü kişiliği ile hayata tekrar katan kadın gerçek dövmeler taşıyor kolunda. Yönetmen Plante iki genç birey arasındaki ilişkiyi sık sık tek çekimle oluşturduğu sahnelerle anlatıyor bize. Örneğin cafedeki ilk tanışma sahnesinde iki gencin uzun uzun müzik zevkleri konusunda konuşmalarına kesintisiz bir şekilde tanık oluyoruz. Benzer şekilde kadının erkeğe şarkı söylediği sahneyi (hikâyede kritik bir öneme sahip bu şarkı Kanadalı müzisyen Daniel Bélanger’in “Séche Tes Pleurs – Sil Gözyaşlarını” adlı parçası) ve ilk birlikteliklerini de yine hep tek çekimle sergiliyor film. Bu tercih ilgili sahnelere (ve daha sonra tanık olacağımız diğerlerine) bir doğallık duygusu katıyor ve hikâyenin sahici ve dürüst olmasını sağlıyor.
Pascal Plante’in temel başarısı filmini sadelik ve doğallık üzerine inşa etmesi ve onun bu tercihi belki de daha önce defalarca seyretmiş olabileceğiniz bir hikâyeye farklılık katıyor onu çekici kılacak bir şekilde. Bazen dürüstlük ve sevgi ile uzatılan bir elin nasıl bir etki yaratabileceğini seyirciyi ikna edici bir biçimde anlatabilmesi ve bunu yaparken seçtiği sembolleri de rahatsız etmeden kullanmayı becerebilmesi ile dikkat çeken film seyirciye herhangi bir duyguyu empoze etmemeye de özen gösteriyor. Bu “tarafsızlığın” en bariz göstergesi de filmin kırılgan ve “açık uçlu” sonu olsa gerek. Başta bahsi geçen Fiona Apple şarkısındaki “tanımaya çalışmak” ifadesi iki gencin birbirini tanıma ve neleri sevdiklerini öğrenme sahnesi üzerinden bir aşkın, finalde seslendirilen şarkı da bir insanın sevdiğinin sevdiklerinden etkilenmesinin güzelliğinin ve bir acıyı -belki de- geride bırakmasının sembolü oluyor sanki.
Théo’yu canlandıran Anthony Therrien ve aşık olduğu Mag’i canlandıran Rose-Marie Perreault tek çekimlik uzun sahnelerde hiç aksamıyorlar ve doğal oyunlarını hep koruyorlar. Tanıştıkları ilk sahnede müzik üzerine olan uzun konuşmalarında olduğu gibi doğaçlama havasını veren performansları ile karakterlerini seyirciye yakınlaştırmayı başarıyorlar ve seyrettiğimiz hikâyenin bizi kolayca etki altına almasına büyük bir katkı sağlıyorlar. Özellikle Therrien’in filmin ilk yarısında karakterinin kadından (ve bizden) gözlerini kaçırdığı anlardaki performansının çok çarpıcı olduğunu vurgulamakta yarar var. Bir doğum gününde başlayıp bir sonraki doğum gününde biten bu gençlik filmi sıkı müzik bandı ile de seyirciyi etkileyebilecek, ilgiye değer bir çalışma. “Erkek kızla tanışır” filmlerinden bir diğeri belki ama taze bakış açısı ve karakterlerinin ağzına çok yakışan diyalogları ile farklı bir çalışma ve kahramanına – hiç ağladığına tanık olmasanız da- “sil gözyaşlarını” demek gereğini hissettirmesi ile önemini kanıtlayan bir film.
(“Fake Tattoos”)