Bob le Flambeur – Jean-Pierre Melville (1956)

“Garip hikâyemiz işte burada, Montmartre’da başlıyor. Gece ile gündüzün birbirine karıştığı saatlerde, şafağın ilk ışıklarında Montmartre bir yanıyla cenneti bir yanıyla cehennemi andırırken; gecenin izleri gitgide silinip, insanlar caddeleri doldurmaya başlarken; bu temizlikçi kadın gibi, çalışanlar işlerine yetişmeye çabalarken ve bu genç kızımız gibi aylaklar biraz daha eğlence ararken… Gelin şimdi de Bob’la tanışalım, kumarbaz Bob’la; ihtiyar bir delikanlı, efsanevi bir suçluyla”

Son bir büyük işe soyunan eski soyguncu, yaşlı kumarbaz Bob’un hikâyesi.

Bugün özellikle her biri bir klasik olan polisiyeleri ile tanınan Fransız sinemacı Jean-Pierre Melville’in bu türdeki ilk filmi sadece suç filmlerinin değil, genel olarak sinemanın da en önemli çalışmalarından biri. Fransız Yeni Dalga akımının ilham kaynağı olarak tanımlanan Melville bu filmde klasik Amerikan gangster filmlerine basit görünen ama aslında hayli zengin hikâyesi ile müthiş bir Fransız havası katıyor ve Grumbach olan soyadını hayranı olduğu ABD’li yazar Herman Melville’den esinlenerek değiştirmesinde olduğu gibi Amerikan sinemasına özgü bir türü benimseyerek bu türe çok önemli yeni boyutlar katıyor. Daha sonra çekeceği filmlerle suç sinemasına daha pek çok başyapıt armağan eden Melville’in bu filmi içerdiği gerçekçi bir şiirsellik ve sonradan Yeni Dalga filmlerinin karakteristik özellikleri olan “sıçramalı kesme”lerin (jump cut) kullanıldığı kurgusu ve el kamerası kullanımı ile de öncü sinema eserlerinden biri ve mutlaka görülmesi gereken bir çalışma.

Bir dış sesten duyduğumuz ve yazının girişinde yer alan sözlerle açılıyor film ve bu şiirsel girişi seslendiren dış ses (yönetmen Melville bu sesin sahibi) hikâye boyunca da zaman zaman ama çok daha kısa cümlelerle araya giriyor. Bu araya girişlerin gerekliliği zaman tartışmalı olsa da uygun bir nötr tonla konuşan bu ses bile bir açıklama yapmaktan çok, ilgili sahneye bir duygu katarak filme katkıda bulunmuş. Eddie Barclay ve Jo Boyer’in imzasını taşıyan ve film boyunca sık sık ton ve ritm değiştiren müziklerin eşlik ettiği bu girişin hemen ardından kahramanımız Bob ile karşılaşıyoruz. Zar atan, diğer elinde para ve ağzında sigarası olan Bob kumar oynadığı bu ortamdan dışarı çıkınca üzerine pardösü ve fötr şapkasını geçirdiğinde 1950’lerin tipik Parisli kıyafetine bürünür. Oysa sıradan bir adam değildir Bob; savaştan önce banka soygunu dahil çeşitli suçlara karışmış ve cezasını çekmiş, şimdi de tutkunu olduğu kumarla vaktini geçiren iyi yürekli bir adam karşımızdaki. Jim Jarmusch, Quentin Tarantino, Jean-Luc Godard, Mike Hodges ve Paul Thomas Anderson’un en sevdikleri filmlerden biri olduğunu söyledikleri, Stanley Kubrick’in ise Melville’in bu filmle türün en iyisini yaptığını düşündüğü için kendisinin suç filmleri çekmeyi bıraktığını açıkladığı eseri 2002 yılında da Neil Jordan “The Good Thief” adı ile yeniden çekmiş.

Kadın pazarlayanlara sert davranan, bir olay sırasında hayatını kurtardığı için arasının iyi olduğu komiserin vefalı davrandığı ve eski bir suç arkadaşının oğlu olan ve kendisine de hayranlık duyan genç bir adama kol kanat germiş bir adam Bob. Bir kadına bar açabilmesi için para veren, kolayca yatağına alabileceği genç kadınların zor durumlarından yararlanmayan kahramanımızın kumar düşkünlüğü o denli ileri boyutta ki evine her girdiğinde bir kapının ardında duran kumar makinesinin kolunu en az bir kez çevirip şansını deniyor. Melville bu adamın uzak durduğu suça -belki de son bir kez- bulaşmasını hayli çekici bir şekilde anlatıyor bize. Bu çekiciliğin birkaç nedeni var: Öncelikle yalın bir senaryosu var filmin; zorlama ve “çok büyük” söz ve eylemlerin peşine düşmeyen senaryo buna rağmen onca farklı karakteri sade ama zengin bir kurgu ile birbirine bağlıyor ve basit hikâyesini -olumlu anlamda- kompleks kılmayı başarıyor. Hikâyenin kendine özgü bir şiirselliği de var ama altını çizmiyor bu yanının senaryo ve yine sadeliğini koruyarak, bu şiirsel havasını çok doğal bir biçimde oluşturuyor. Senaryonun bir diğer başarısı da baş karakteri Bob ve diğer hemen tüm ana karakterleri gerçek kılabilmesi ve kendi hikâyeleri ile getirebilmesi karşımıza her biri ilgiyi hak edecek şekilde. Böylece sadece Bob değil; ona hayran olan genç adam, Bob’un yardım ettiği ve genç adamın tutkulu bir şekilde aşık olduğu kadın, eski suçlu ama şimdi bir casinoda krupiyer olarak çalışan adam veya kadın pazarlamacısı gibi diğer karakterler de hak ettikleri ilgiyi buluyorlar hikâyede.

Finaldeki polisle soyguncular arasındaki çatışma sahnesinin gereğinden fazla yalın ve kısa olması gibi bir problemi olsa da filmin geneline bakıldığında Melville tüm sahneleri doğru bir tempoda oluşturmuş ve zaman zaman başvurduğu kamera açıları ile abartısız bir farklılık yaratmayı başarmış. Karakterlerin kritik anlarında yakın plan çekimlerle yüzlerine odaklanan kameranın bu anlarda oyuncuların sade performansları ile yakaladığı etkileyicilik Melville’in bir yönetmen olarak imzasını attığı bir başka başarı. Soygun için ekibin toplanması, tatbikatın yapılması gibi anları da uzun uzun ve adeta yapılan işe “saygı göstererek” sergileyen Melville hikâyesini dürüst bir tarafsızlıkla anlatıyor ve seyirciyi de gördüğünün gerçekçiliğine ikna ediyor.

Filmin kadın karakterlerine rağmen erkeklerin dünyasını ve erkeklerin bakış açısını öne çıkararak anlatması dikkat çekiyor. Bob’un ekibindeki kasa açma ustasının “Kilitler güzel kadın gibidir: Onları tanımak istiyorsan çaba göstermen gerekir” veya Bob’un genç hayranına söylediği “Sana daha önce de söylemiştim: Asla bir kadına güvenme!” sözlerinin yanısıra krupiyerin eşinin hırsı ile neden oldukları da kadınların “neden olduğu“ belaların örnekleri olarak gösterilebilir.

Özetle, iyi anlatılmış ve hikâyesi başarı ile kurgulanmış bir film bu. Melville’in ücretinin yüksekliği nedeni ile oynatamadığı Jean Gabin’in yerine başrolde oynayan Roger Duchesne’nin ekonomik bir performans ile yaşlı karakterinin çocuksu ruh halini etkileyici bir şekilde sergilediği film ironik finali ile hem kahramanını hem de seyircisini ödüllendiren önemli bir çalışma. Kısıtlı bir bütçe ile çekilen ve Melville’in titizliği nedeni ile çekimleri iki yıla yayılan filmde, hem anlatım biçimi hem de içeriği ile Yeni Dalga’ya ilham veren, yola çıktığı Amerikan gansgter filmlerini başka bir noktaya (çok daha sakin ama çok daha gerçek bir nokta bu) taşıyan Melville’in sokakta keşfettiği Isabel Corey de eylemi ile hikâyenin dönüm noktasının yaratıcısı olan kadını başarılı bir performans ile getiriyor karşımıza. Mutlaka görülmeli.

(“Bob the Gambler”)

(Visited 275 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir