The Hitch-Hiker – Ida Lupino (1953)

“Seyredeceğiniz film bir adam, bir silah ve bir arabanın gerçek hikâyesidir. Silah adama aitti. Araba sizin ya da yanınızdaki koltukta oturan genç çifte de ait olabilirdi. Yetmiş dakika boyunca seyredeceğiniz sizin başınıza da gelebilirdi; çünkü tamamı ile gerçek”

Kaçamak bir yolculuğa çıkan iki arkadaşın arabalarına aldıkları bir otostopçu yüzünden yaşadıkları dehşetin hikâyesi.

Otostop yaparak arabalarına bindiği altı kurbanını öldüren ve 1952’de gaz odasında idam edilen Billy Cook’un hayatından esinlenen bir ABD yapımı. Senaryosunu Collier Young, Ida Lupino, Robert L. Joseph ve Daniel Mainwairing’in yazdığı filmin yönetmenliğini üstlenen isim sinemaya oyunculukla giren ve bu kariyerini devam ettirirken yönetmenliğe de başlayan Ida Lupino. Sinema tarihinde bir kadın yönetmen tarafından çekilen ilk kara filmlerden biri olan çalışma mütevazı süresinin de göstergesi olduğu gibi alçak gönüllü bir yapım. Büyük bir kısmı üç ana karakter (katil ve iki kurbanı) arasında geçen film seyircisine otostopçu almanın tehlikelerini hatırlatan bir uyarı ile başlıyor ve tüm hikâyesi de bu uyarıya uygun ilerliyor. Amerikan sinemasının çoğunlukla yardımcı rollerde oynamış üç oyuncusunun (katil rolündeki William Talman, onu arabalarına alarak büyük bir hata yapan iki arkadaş rolündeki Edmund O’Brien ve Frank Lovejoy) rollerine yakıştığı ve aksamadıkları film daha etkileyici olmalıymış dedirten finali ve hikâyenin tahmin edilebilecek şekilde ilerlemesi ve sona ermesi gibi problemleri olsa da 1950’lerin klasik Amerikan sinemasından getirdiği esintiler, gerilim yaratmayı başarması ve gerçek hikâyeye uygun olarak kötü karakterinin travmalarını atlamaması ile ilgiyi hak eden bir çalışma.

Yönetmen Ida Lupino orijinal bir sinema dili kullanmadan ve Amerikan sinemasının klasik mizansen anlayışına uygun bir dil ile aksamadan anlatmış hikâyesini. İlk sahnelerde katilin yüzünü göstermeyen film buradan yaratmaya çalıştığı gizemi bir ölçüde üretiyor ama oradan onun yüzünü sergilemeye -kısa süresinin de etkisi ile olsa gerek- biraz apar topar geçiş yapıyor. Üç ana karakterinin birlikte geçirdikleri tüm zamanlarda ise hem diyaloglar hem de gerilim odaklı mizansen anlayışında pek aksamıyor film. Yakın plan çekimler yerinde ve dozunda kullanılırken, Lupino alçak gönüllü bir kara filmin, bir gerilim filminin gereklerini yerine getirmeyi başarıyor çoğunlukla. Kötü adamın fiziksel olarak rahatsız edici özelliğinin hem filmin ve hikâyenin etkileyiciliğini artırmakta hem de bu karakterin travma dolu geçmişini açıklamakta kullanılmasını da filmin başarıları arasına ekleyebiliriz rahatlıkla. Adamın suç eylemlerini bu travmalara tepki olarak ve onlarla baş etme aracı olarak seçtiğinin vurgulanması da hikâyenin önemli artılarından biri.

Klasik sinemanın, gazete manşetlerinin hızla döndürülerek seyircinin karşısına çıkarılması gibi oyunlarının da kullanıldığı filmin finalinin içerik ve biçimsel açıdan bir parça aceleye getirilmiş bir havası var ve bu da seyircinin hikâyeden aldığı zevki azaltıyor bir parça. Sadece süre kısıtı ile açıklanamayacak bir problem bu açıkçası. Hikâyenin baştaki giriş cümlelerinin de katkısı ile nerede ise bir anti-otostop propaganda havasında olduğunu da söylemek gerek. İşlenen suçlar, gençlerin ve özellikle 1960’lı yıllarda protesto hareketlerine katılanların bir yere erişebilmek için araç sahibi olmalarına gerek kalmadan otostop ile işlerini halledebilmeleri ve hatta araç üreticilerinin bundan duyduğu memnuniyetsizlik gibi olgular ABD’de otostop ile ilgili olarak 1950’li yıllardan itibaren bir negatif algı oluş(turul)masına neden olmuş ve FBI da “Death in Disguise?” (Maskeli ya da Kılık Değiştirmiş Ölüm olarak çevrilebilir) başlığını taşıyan posterlerle halkı uyarmış. İşte bu film de rahatlıkla bu hareketin bir parçası olarak değerlendirilebilecek içeriği ile destekliyor ilgili uyarıyı. Filmin “muhafazakâr” bakışının bir diğer örneği de hikâyenin iki kurbanı olan erkeğin ailelerinden uzak bir kaçamak için Meksika’ya gitmiş olmaları. Onlardan birinden duyduğumuz “Savaştan beri karım ve çocuklarımdan ilk kez uzaklaşıyorum” cümlesinin içerdiği suçluluk duygusu, aynı adamın bir sahnede kötü adamdan korumak için Meksikalı bir küçük kıza sarılması, yaşadıklarının işledikleri “günah”ın cezası olarak da algılanabilecek olması ve eşin hediye ettiği saate el konulması gibi örnekler filmin bu yaklaşımının ve aile kurumunun “kutsallığı”nı vurgulamasının örnekleri olarak gösterilebilir. “Bana hiç kimse bir şey vermedi. O yüzden kimseye bir borcum yok” cümleleri ile eylemlerini izah eden adamın kurbanlarının topluma boyun eğmişliğini eleştirmesi ve hikâyenin iki kurbanın aralarındaki dayanışmayı öne çıkarmasını ise aksi yönde olgular olarak göstermek gerekiyor.

Erkekler arasında geçen bu “erkek” hikâyesini gerilimi canlı tutarak anlatabilmesi ve bunu maskülenliğe övgü düzmeden yapabilmesi ve bir kara filmden beklenenin aksine atmosferini açık havada da yaratabilmesi ile de önemli olan filmin yönetmeni Ida Lupino çekimlerden önce hikâyenin gerçek hayattaki kötü adamı Billy Cook ile cezaevinde görüşerek işini ne kadar ciddiye aldığını göstermiş. William Talman’ın karakterini abartıya başvurmadan gösterişli kılan performansı ile ekip arkadaşlarından biraz öne çıktığı film gerilim yaratmayı, eğlendirmeyi ve karakterler arabanın dışında olduklarında bile klostrofobik bir atmosfer yaratmayı başarması ile de ilgiyi hak ediyor.

(Visited 140 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir