The Rider – Chloé Zhao (2017)

“Biliyor musun, Lilly, Apollo yaralandı ve onu vurmak zorunda kaldık. At için en iyisi buydu. Koşamaz, oynayamaz, istediği şeyleri yapamazdı. Ben de Apollo gibi yaralandım ama ben insanım, yaşamak zorundayım. Burada benim gibi yaralanan bir hayvan olsaydı, hemen vurulurdu. Biliyor musun, Lilly, Tanrı’nın hepimize bir amaç verdiğine inanıyorum: At için çayırlarda koşmak, kovboy içinse ata binmek”

Geçirdiği tehlikeli bir kaza sonucu yarışlara katılamaz hâle gelen rodeocu bir genç adamın hikâyesi.

ABD’de yaşayan Çinli sinemacı Chloé Zhao’nun yazdığı ve yönettiği bir ABD yapımı. Zhao’nun ikinci uzun metrajlı filmi olan çalışma 2018’de İstanbul Festivali’nde FIPRESCI (Uluslararası Sinema Yazarları Örgütü) ödülünü kazanmıştı. Oyuncuların hemen tamamının kendi isimlerini taşıyan karakterlerini canlandıran amatörler olduğu filmin başrolünde sadece soyadı farklı olan bir karakteri canlandıran Brady Jandreau tıpkı karakteri gibi, yarışırken geçirdiği bir kaza sonucu rodeoyu bırakmak zorunda kalmış ve burada adeta kendi hayatını getiriyor karşımıza sade ve etkileyici performansı ile. Zhao’nun hem bu oyuncular hem de hikâyesi ve mizanseni ile yakaladığı gerçekçilik duygusu, seyrettiğimiz hikâyenin kurgu ile belgesel arasındaki sınırı sık sık geçmesini ve dürüstlüğü ile etkileyici olmasını sağlamış. Edebiyattaki sağlam küçük hikâyelerin bir karşılığını üretmiş adeta Zhao ve ABD’nin geleneklerine sıkıca bağlı, muhafazakâr eyaleti Güney Dakota’da geçen bir kovboy hikâyesi anlatmış.

Rodeoculara ithaf edilen film çok sevdiği atını düşünde gören genç Brady’nin görüntüsü ile açılıyor. Başının yan tarafında, büyükçe bir yara nedeni ile atılan dikişi örten bir sargı bezi olan Brady ağrı kesiciler kullanmak zorunda kalmış ve hayatının anlamı demek olan rodeodan uzak düşmüştür. İyileşerek tekrar yarışlara dönme umudundadır ama başındaki metal plaka ve kazanın neden olduğu başka fiziksel problemler nedeni le ulaşılması zor bir hedeftir bu. Anne ölmüştür, baba kısıtlı gelirlerini barlarda ve kumarda harcamaktadır ve Brady on beş yaşındaki otistik kız kardeşi ile de ilgilenmek zorundadır. Chloé Zhao mükemmel bir arkadaş ve mükemmel bir abi olan bu genç adamın hikâyesini rodeo gibi maskülenliğin öne çıktığı bir dünyada erkeklerin kendisini ifade eden en önemli araçtan yoksun kalması gibi ilginç bir durum üzerinden anlatıyor. Yarattığı bu doğal durumun etkileyiciliğini daha da artırıyor Zhao ve baş karakteri Brady’i o maskülen dünyada rastlanması zor bir kırılganlık içinde gösteriyor; bu kırılganlık sadece geçirdiği kazadan değil, aynı zamanda onun doğasından da kaynaklanıyor. Yine bir rodeocu olan ve bir trafik kazası sonucu konuşma ve yürüme becerilerini yitiren ve özürlü bir duruma düşen arkadaşı Lane’e gösterdiği yakın ilgi ve gösterdiği yardım ve kız kardeşini korumak ve mutlu etmek için harcadığı çaba ile hayli ince duyguları olduğunu gösteren bir genç Brady. Zaman zaman yaşadığı kusma nöbeti ve sık sık kilitlenen eline rağmen, hayatta kalmanın tek yolu olarak gördüğü rodeoya dönmek için çaba harcamakta inat edecek kadar da kararlı ve güçlüdür.

Evet, rodeo bu dünyanın tek anlamlı gerçeğidir sanki. Sık sık rodeo videoları izlenir, hiçbir yarış kaçırılmaz, arkadaşlarla buluşulduğunda biranın eşlik ettiği sohbetin ana konusu da yine rodeodur ve en büyük korku bir gün rodeoyu bırakmak zorunda kalmak ve çiftçiliğe başlamaktır; çünkü biri ne kadar maskülen bir işse, diğeri o kadar evcil bir hayatın sembolüdür. Chloé Zhao özenle yazdığı senaryosunda gerçekçilikten ve dürüstlükten hiç kopmadan baş karakterini önemli bir sınavın içinde gösteriyor ve Güney Dakota’nın ıssız ve geniş düzlüklerinden, tüm o sessizliğin yarattığı boşluk duygusundan ve Nathan Halpern’in dokunaklı müziğinden de aldığı destekle oluşturduğu hüzünlü havadan etkileyici bir şekilde yararlanıyor. Hikâyenin temel sorusu olan “Brady ne yapacak?” böylece seyirciye de güçlü bir biçimde geçiyor ve duygusallığı hiç sömürmeden ilgi çekici bir sonuç elde etmeyi başarıyor yönetmen.

Zhao hikâyenin gerçekçiliğine hep sadık kalıyor ve uzun sahnelerden ve bu sahnelerde de doğaçlamanın doğallığını anımsatan atmosferinden hiç taviz vermiyor. Genç adamı yaşadığı yörenin sonsuz görünen gökyüzü ve dümdüz uzanır görünen coğrafyasının önünde görüntülüyor sık sık ve görüntü yönetmeni Joshua James Richards’ın çok değerli katkısı ile karakterinin yalnız ve sert dünyasını görselleştirerek somut hâle getiriyor. Brady’nin sessiz ve hüzünlü bir sertliği olan bakışlarını, o sınırsız görünen coğrafyada onun yalnızlığını ve “küçük”lüğünü böylece çok doğru bir görsellikle anlatan filmde genç adamı neredeyse filmin tüm karelerinde kullanmış Zhao ve onun arkadaşı Lane ile geçirdiği dakikaları veya vahşi atları evcilleştirmesini uzun uzun göstermiş bize. Böylece ona o denli yakın hissediyoruz ki kendimizi, Lane’e yaptığı bir ziyaretten dönüşte aracını yolda durdurup ağlamasına (Lane için, kendisi için, bırakmak zorunda kaldığı rodeo için, bir umutla sarıldığı vahşi at terbiyeciliğini de bırakmak zorunda kalacağı için ve hayatta dayanacak hiçbir şey olmadığı için) eşlik etmemek zor. Zhao, tutulduğu yerden kaçarkan bacağını iyileşmesi mümkün olmayacak şekilde yaralayan atın kaderi ile Brady’ninkini onun yapmak zorunda kalacağı seçimlerin bir metaforu gibi kullanıyor ve koşullar ne olursa olsun, insan olarak bir seçim yapma şansımızın olduğunu söylüyor.

Gerçek hayatta eşi olan Terri Dawn Pourier’in de kısa bir rolde yer aldığı filmin başrolünde (aslında o denli gerçek ki karakter, oynananı bir rol olarak adlandırrmak haksızlık olur) yer alan Brady Jandreau sade ve saf performansı ile çok güçlü bir sonuç elde ederken, oyunculuğun abartıdan uzak olduğu ölçüde etkileyiciliğinin arttığının da kanıtı oluyor. Jandreau senaryonun kendisini canlandırmasına imkân vermesinin de sağladığı doğallığı ile çarpıyor seyirciyi. Brady’nin gerçekten de bir vahşi atı terbiye ettiği sahnenin de bir örneği olduğu gibi, karakterle oyuncu arasındaki sınır tıpkı belgesel ile kurgu arasındaki gibi ortadan kalkıyor. Onun sayesinde film şiirsel ve sert bir sevgi ve tutku filmi olabiliyor tam da yönetmeninin amaçladığı gibi. Lane rolündeki Lane Scott’ın ve Brady’nin kardeşi Lilly’i canlandıran ve gerçek hayatta da kardeşi olan, asperger sendromlu kardeşi Lilly Jandreau’nun ona doğal performanslarla eşlik ettiği film açılışında ve kapanışında bir düşte genç adamı ve atını gösterirken, rodeonun hayatlarının tek düşü olduğu insanları anlattığını söylüyor bize. İşte o tek düşünü yitiren bir genç adamın hüznünü hem kalplere hem akla hitap ederek anlatan bu film, düşle gerçek arasında sıkışan bir adamın saf bir dürüstlüğü olan bir hikâyesi; küçük ve güçlü bir hikâye bu.

(“Binici”)

(Visited 379 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir