“Elimden gelse tam köprüden atladıkları anda fotoğraflarını çekerdim; yüzlerini görmek için, geri dönüşün olmadığı o noktanın neye benzediğini görmek için, son anda pişman olup olmadıklarını görmek için ya da geride kalanları düşünüp düşünmediklerini görmek için”
İçinde bulunduğu hayattan kaçmak için sanal dünyaya sığınan Bob Dylan hayranı on altı yaşındaki bir gencin internette fotoğraflarını gördüğü bir genç kız ve kasabasında ortaya çıkan bu kızın karizmatik erkek arkadaşı ile olan ilişkisinin hikâyesi.
Filmde gizemli erkek arkadaş Julian rolünde oynayan Ismael Caneppele’nin aynı adlı ve kısmen otobiyografik olan romanından uyarlanan senaryosunu Esmir Filho ve Caneppele’nin yazdığı, yönetmenliğini Filho’nun üstlendiği bir Brezilya ve Fransa ortak yapımı. Genç oyuncularının ilk sinema filmlerimde oynadığı yapıt bir hikâye anlatmaktan çok, genç kahramanının (karakterin adı hiç geçmiyor filmde, internet blog’undaki adı ise bir Bob Dylan klasiği olan 1965 tarihli “Mr. Tambourine Man”) bunalımını ve melankolisini görsel (ve işitsel) olarak seyirciye geçirmeyi hedefliyor. Yönetmen Filho bu ilk uzun metrajlı filminde oldukça serbest bir stil benimsemiş ve zaman zaman tekrar havası yaratsa da ilginç sahneler ile ortaya ilgiyi hak eden bir sonuç koymuş. Klasik sinema dilinden ve hikâye anlatımından uzaklaş(a)mayanlar için zor ve durağan bir film olabilir ama farklı ve cesur bir çalışma bu.
Bob Dylan’ın kendisinden sonra başka sanatçılar tarafından da yorumlanan “Mr. Tambourine Man” şarkısının “anlam”ı müzisyenin diğer pek çok şarkısı için de olduğu gibi farklı yorumlara açık olmuş. Dylan’ın kendisi, şarkının sözlerinde Federico Fellini’nin “La Strada” (Sonsuz Sokaklar) filminin etkisi olduğunu söylerken, şarkıdaki Tambourine Man’in İsa’nın veya Fareli Köyün Kavalcısı’nın sembolü olduğunu öne sürenler de olmuş. Bu yorumların hepsi belli ölçüde doğru ya da yanlıştır muhtemelen ama hikâyemizin on altı yaşındaki genç kahramanı için, onun Dylan hayranlığının da uzantısı olarak blog’undaki kimliği olmuştur. Büyük şehirden uzak bir yerde yaşayan kahramanımızın babası ölmüştür ve annesi ile birlikte yaşamaktadır. Zamanının büyük bir kısmını bilgisayarının başında geçirmekte ve blog’unu takip edenlerle yazışmaktadır. Internette “Jingle Jangle” rumuzu ile sayfası olan bir genç kızın fotoğraflarını ve onun erkek arkadaşı ile çekilmiş videolarını seyretmek takıntısı haline gelmiştir. “Jingle Jangle” Dylan’ın “Mr. Tambourine Man” şarkısında geçen bir ifadedir (“Hey! Mr. Tambourine Man, play a song for me / In the jingle-jangle morning I’ll come following you”) ve oradaki anlamı ile kaygısız olarak çevrilebilir dilimize. Oysa genç adam hiç de kaygısız görünmemektedir ve aksine sinemanın en melankolik karakterlerinden biri olarak tanımlanabilir rahatlıkla. Blog’undaki yazılar melankolinin ağır izlerini taşırlar ve bir takipçisi ile yazışırken “Bazen kendimden iğreniyorum. Her şeye son vermek istiyorum” gibi cümleler kurar örneğin.
Film bize bu genç adamın derdinin ne olduğunu söylemiyor ve böyle bir çabası da yok. Yakın arkadaşı ile gece buluşarak yaptığı sohbetler ve sonsuz / anlamsız kahkahaların nedeni olan paylaşılan esrarlı sigaralar, annesinin iletişim çabalarına direnmeler ve ekran başında geçirilen saatler; tüm bunları melankolik bir düş havası içinde gösteriyor bize yönetmen Esmir Filho ve görüntü yönetmeni Mauro Pinheiro Jr. ve tedirgin melodili müzikleri hazırlayan Nelo Johann’ın güçlü katkıları ile bizi de bu düşün içine sokuyor. Bir açıklama olmaması filmin hem lehine hem aleyhine işlemiş gibi görünüyor. Sonuçta hayatta yaşadığımız her anın, her duygunun bir açıklaması yoktur ve olması da gerekmez; kaldı ki hikâyenin ana aktörü ergenlik çağındaki bir genç adam ve o çağ anlam arayışı, sunulan anlamların ret edilmesi ile zaten bir anlamsızlık dönemidir asıl olarak. Öte yandan, hikâyesizlikle birleştiğinde bu belirsizlik, film arada bir tekrarlara düşüyor gibi görünüyor ve özellikle düşsel sahneler bir noktadan sonra daha önce görmüşlük hissi yaratıyor seyircide.
Mauro Pinheiro Jr.’ın kamerası görüntüleri flulaştırıyor, deforme ediyor ve gerçek ile düşün birbirine karışmasını sağlıyor sık sık. Genç adamın ruh hâline girebilmemizi sağlıyor bu seçim ve onun hissettiği boşluğun bizi de yakalamasını sağlıyor böylece. “Hiçbir şey yapmamaktan yorgun” olduğunu söyleyen, ziyaretine gittiği büyükannesinin “Rüyamda yatağının önünden geçiyordum ve sen ağlıyordun” dediği gencin içinde yaşadıklarını çok iyi anlatan birkaç sahne var filmde: Bunlardan birinde kasabanın festivalinde annesi ile dans ediyor çocuk; isteksiz başlanan ama annenin coşkusuna eşlik edilen, sarılma ve karşılıklı ağlama ile sonlanan bir dans bu. Bir diğerinde ise oğlan kendisini Jingle Jangle ve Julian ile birlikte hayal ediyor ve bir üçlü romantizmin parçası oluyor. Son bir örnek olarak, onun hikâye boyunca nadiren tanık olduğumuz bir şekilde yüzünde bir gülümseme yaratan trafo sahnesini göstermek mümkün. Hikâyenin içine yerleşmiş görünen ölüm temasını ise (ölen baba, köprüden atlayarak intihar eden kadın ve bu ölümleri kabullen(e)meme) sık sık görüntüye gelen köprü ile birlikte düşünebiliriz. Finalde Mr. Tambourine Man’i köprüde yürürken gösteriyor kamera ve belki de bir başka dünyaya geçişin aracı olan ama bu şekilde kullanıldığını hiç görmediğimiz bu köprü böylece belki de bir umudun da sembolü oluyor.
Internet üzerinde kahramanımız ile sohbet eden kişinin rumuzu E.F. (yönetmenin kendi ad ve soyadının ilk harfleri bunlar) ve kapanış jeneriğinde de oyuncular listelenirken en sonda EF’yi “oynayan” kişi olarak yönetmenin adına yer verilmiş. Küçük bir oyun bu kuşkusuz ve filmin gerçekle düşün birbirine karıştığı yapısını hatırlatıyor. En az düşsel olan sahnelerin bile önemli bir kısmında ya karanlığı ya da sisi tercih eden ve başarılı kurgusu (Caroline Leone) ile de dikkat çeken (bir istisna olarak, düşsel bir sahneden gerçek bir sahneye (çocuğu okulda sınıfında gördüğümüz ilk sahne) geçiş fazlası ile âni ve kaba, yarıda kesilen şarkı ve birden değişen görsellik filmin genel havasına aykırı) filmin hatırlattığı bir gerçeği de dile getirmekte yarar var: Küçük yerlerde yaşayanların, özellikle gençlerin internetin onlara sunduğu sonsuz olanakların kışkırttığı gitme arzusu karşısında hissettikleri ve “Hiçbir şey olmayan” bir yerden sonsuz çeşitliliği olan bir yere gitmek ya da gidememek ikilemleri. Hayatının henüz ilk dönemlerinde olan bir bireyin (Dylan’ın da Mr. Tambourine Man’i henüz 24 yaşındayken yazdığını; filmin yönetmen, senarist ve oyuncularının da çekimler sırasında genç yaşlarında olduğunu hatırlayalım) bu hikâyesi her anında yolunu tam bulabilmiş görünen bir film getiremese de karşımıza, ilginç bir yapıt kesinlikle.
(“The Famous and the Dead”)