Mary Poppins – Robert Stevenson (1964)

“Park mı? Mary Poppins öyle şeyler yapmaz. Başka dadılar çocukları parka götürür. Mary Poppins’le hayalini bile kurmadığınız yerlere gidersiniz. Siz daha ne olduğunu bile anlamadan en tuhaf şeyler olmaya başlar”

Sihirli yetenekleri olan bir dadının müzik ve renkli maceralar aracılığı ile iki küçük çocuğun hayatını farklılaştırmasının hikâyesi.

P. L. Travers’ın çocuklar için yazdığı Mary Poppins dizisinden yola çıkılarak çekilen, senaryosunu Bill Walsh ve Don DaGradi’nin yazdığı, yönetmenliğini Robert Stevenson’ın üstlendiği bir ABD yapımı. İlk sinema filminde Julie Andrews’a Oscar kazandıran film aralarında En İyi Film ve En İyi Yönetmen’in de olduğu toplam 13 dalda aynı ödüle aday gösterilmiş ve bu adaylıkların beşini ödüle dönüştürmeyi başarmıştı. Amerikan sinemasının aile klasiklerinden biri olan çalışma; müzikleri ve şarkıları, başarılı oyuncuları, renkli ve eğlenceli atmosferleri ile bugün de keyifle seyredilebilir. Buna karşılık, filmin belli bir hikâyesinin olmadığını, daha doğrusu bu hikâyenin müzik, dans ve eğlencenin içinde kaybolup gittiğini de söylemek gerekiyor. Anlaşılan filmin eğlencesinin yeterli olacağı düşünülmüş ve aldığı Oscar ödülleri ve gişedeki başarı göz önüne alınırsa, bu düşüncenin sahiplerini de haklı çıkarmış bu çalışma.

P. L. Travers’ın çocuk klasiği olarak kabul edilen Mary Poppins dizisi 1934 ile 1988 arasında yayımlanan toplam 8 kitaptan oluşuyor ve 2018 yılında da sinemada hayat bulmuş (Rob Marshall’ın yönettiği “Mary Poppins Returns”) bu kitapların ana karakteri. Ayrıca müzikal, televizyon ve radyo uyarlamalarında da çocukların ve ailelerin karşısına çıkmış Mary Poppins. Richard M. Sherman ve Robert B. Sherman’ın müzikleri ve şarkılarının zenginleştirdiği bu müzikal fantezi bu ilginç dadıyı iki çocuğun hayatına katıyor ve kadının hem onlara hem de seyirci olarak bize yaşattığı eğlenceli anları sergiliyor. Jane (Karen Dotrice) ve Michael (Matthew Garber) adında iki çocuğun babaları George (David Tomlinson) bir bankada yönetici olarak çalışmakta ve “gelenek, disiplin ve kurallar”a düşkünlüğünü aile hayatına da yansıtmaktadır. Anne (Glynis Johns) ise zamanının önemli bir kısmını kadınlara oy hakkı verilmesi için protesto eylemlerinde geçirmekte ve çocuklarla ilgilenmeyi dadılarına bırakmış görünmektedir. Son dadıları tıpkı öncekiler gibi (son 4 ayda 6 dadı değişikliği olmuştur) çocuklarla baş edemediği için işi bırakınca, yeni bir dadı ilanı verilir ama gelen dadı babanın hazırladığı ilana değil, çocuklarınkine cevap veren ve onlarla tanıştığı andan itibaren de sihir maharetlerini ortaya koyan Mary Poppins olur. Hikâyenin devamı bir Walt Disney filmi olarak tahmin edileceği gibi ilerler; 1910’da Londra’da geçen hikâyede Poppins daha önce başka çocuklara yaptığı gibi Banks ailesinin çocuklarının da daha mutlu bir yuvaya kavuşmasını sağlayacaktır elbette.

Hikâye Londra’da geçse de çekimler California’daki Walt Disney stüdyolarında gerçekleştirilmiş ve çeşitli sahnelerde Londra tabloları kullanılmış. Oscar kazanan görsel efektlerin -bugünün gözü ile basit görünse de kesinlikle hem eğlenceli hem dikkat çekici olmayı başarıyorlar- katkısı ile oldukça hareketli ve renkli bir film çekmiş Robert Stevenson. Animasyon karakterler ile oyuncuların doğal bir biçimde bir araya getirilebilmiş olmasının da katkısı ile ve Mary Poppins’in sihir yeteneklerine uygun bir şekilde sınırsız bir fantazya üretilebilmiş filmde. Tüm dans ve şarkı sahneleri kendi başlarına ele alındığında mizansenleri ile göz dolduruyor ve seyirciyi sıkı bir eğlenceye davet ediyorlar. Julie Andrews’ın bu konulardaki yetenekleri hemen bir yıl sonra çekeceği “The Sound of Music” (Neşeli Günler) filminde de kanıtlayacağı gibi çok açık ve film de ondan bolca yararlanıyor. Hareketli ve slow tüm şarkılar doğru bir şekilde sahnelenmişler ve sağladıkları eğlenceye kayıtsız kalmak -eğer bir müzikal düşmanı değilseniz- hayli zor. Kısacası bu açılardan bakıldığında filmin tam bir başarıyı sağladığı rahatlıkla söylenebilir. Her ne kadar kendisi bu rolü çok daha iyi oynayabilecek başka oyuncular olduğunu ileri sürmüşse de, iki ayrı rolde (Bert ve yaşlı bankacı Dawes) yer alan Dick Van Dyke ve baba rolündeki David Tomlinson’ın da Andrews’a keyifle eşlik etmeleri ile ortaya keyifli bir sonuç çıkmış.

Filmin hikâyesi bir parça zayıf kalmış açıkçası ve çeşitli sorunlar içeriyor. Romanlarda sayısı beş olan çocukların burada ikiye indirilmesi ve onların da 6 dadıyı kaçıracak kadar “canavar” olmalarının seyirciye yansıtılamaması baştan bir zarar veriyor hikâyeye zaten. Bundan daha önemli olanı ise film danslarla, fantezilerle, çocukların sevimlikleri ve şarkılarla o kadar çok vakit geçiriyor ki ortada bir hikâye olduğunu unutmanız mümkün. Kitaplardaki birden fazla karakterin bir araya getirilmesi ile yaratılan Bert karakteri ile Mary Poppins’in ikili sahneleri fazlası ile uzun ve hikâyeye hiçbir katkı sağlamıyorlar. Tam bir İngiliz kolonistini ve kibrini (“Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” günlerini) hatırlatan Amiral Bloom karakteri ise -top atışı sahnelerinde neden olduğu karmaşa ve eğlence dışında- hikâyeye yamanmış gibi duruyor çoğunlukla. Havada yüzen masada içilen çay sahnesi ve oradaki Albert Amca karakteri de aynı havayı yaratıyor; eğlenceliler ama hikâyeye bir bütünlük katamıyorlar. Burada baba ve anne karakterleri ile ilgili problemleri de hatırlatmak gerekiyor. Babanın çalıştığı bankanın sahip ve yöneticilerinin para hırsını sıkı bir alay konusu yapıyor film ama finali ile bu eleştirisini toptan yok ediyor. Kadın ise “asıl görev”i olan annelikten çok aktivistlikle uğraşıyor olması üzerinden bir mizah konusu oluyor çoğunlukla.

Sihir, macera, kahkaha, sevgi, şarkı ve danslarla dolu günlerin hikâyesini anlatan film bu açıdan bir çocuğun hayal edebileceği en güzel çocukluklardan birini getiriyor karşımıza. Karakteri yaratan P. L. Travers’ın bu uyarlamadan ilk gördüğünde pek mutlu olmadığı ve romanının kahramanının karanlığının ve gizeminin yok edilmesine çok üzüldüğü söylenir ki çok da haksız değil bu saptamasında. Ne var ki sonuçta bu bir Walt Disney filmi ve aksi yanlış bir beklenti olurdu. Film tam da hedeflendiği gibi eğlendiriyor, büyülüyor ve mutlu ediyor ve bu açıdan bakılınca da kesinlikle başarılı bir klasik ve her yaştan “çocuk”lar keyifle seyredebilir.

(“Gökten İnen Melek”)

(Visited 199 times, 3 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir