Tarde Para La Ira – Raúl Arévalo (2016)

“Öldürdükleri kadın sevgilimdi. Kimdi onlar? Kim olduklarını söyle bana!”

Sevgilisi bir kuyumcu soygunu sırasında öldürülen bir adamın intikamının hikâyesi.

İspanyol aktör Raúl Arévalo bu ilk yönetmenlik çalışmasının senaryosunu David Pulido ile birlikte yazmış ve başta İspanya’nın en önemli ulusal sinema ödülleri olan Goya’da En İyi Film seçilmesinin yanında, başka pek çok ödülün de sahibi olmuş. Biraz yavaş ve sıradan başlayan ama sonradan açılan film, öfkesini yıllarca içinde biriktiren bir adamın yaşadıklarını finaldeki süprizi ile gücü daha da artan bir etkileyicilikle anlatırken, öncelikle gerçekçiliği ve hikâyesini süslememesi ile dikkat çekiyor. Oyuncuların başarısının da katkısı ile yakın planlarda etkileyici anlar yakalayan film baştaki bir parça karışık havasına rağmen aslında basit ve yalın bir içeriği olan hikâye ile samimi bir sonuç elde edilebileceğinin örneklerinden de biri olmayı başarıyor. Gösterdiğinden daha fazlası olmaya soyunmayan ve belki bu nedenle belli bir doğallığı rahatça yakalayan bir İspanya filmi bu.

Ters giden bir soygun sahnesi ile açılıyor film. Bekleyen arabaya yetişemeyen iki soyguncu, aksilik çıkartan araba, beklenenden erken gelen polisler ve kaçarken yapılan kaza. Bu açılış sahnesi aracı kullananan kişinin yakalanması ile sona ererken, hikâye -sonradan anlayacağımız üzere- sekiz yıl ileriye atlıyor ve Jose (Antonio de la Torre) adındaki bir adamın intikam planını izlemeye başlıyoruz. Birkaç inandırıcılık problemi olsa da, bu intikam planını anlatan hikâyenin süssüz olması ve zaman zaman klasik sinemayı hatırlatan biçimde ilerlemesi filmin önemli kozlarından biri. Hikâyenin bu basit hali, baştaki sinema dilinin yeterince çekici olmaması nedeni ile filme güçlü bir giriş sağlamıyor açıkçası ama karakterleri tanıdıkça ve yönetmenin ne gösteriyorsa onu ima ettiği anlaşıldıkça film önemli bir çekicilik kazanmaya başlıyor ve belki kimilerini gerektiği kadar doyurmayacak finaline kadar da sürdürüyor bunu.

Jose ile Curro (Luis Callejo) arasındaki ve odağında ikincinin sevgilisi olan Ana’nın (Ruth Díaz) yer aldığı gerilimi bir kâğıt oyunu masasında başlatan film bu gerilimi başka unsurlarla da (örneğin peşine düşülen 3 adam) besleyerek diri tutuyor ve seyirciyi iyi düşünülmüş sürprizi dışında hiç aldatmayarak anlatıyor derdini. Filmin süsten uzak ve düz (olumlu anlamda) anlatımı kahramanında da gösteriyor kendisini. Olağanüstü güçleri veya becerileri olan birisi değil Jose; kafasında bir plan ve bu planı ile erişmek istediği bir amaç var ve öfkesinin katılaştırmış göründüğü yüzü ve tüm kararlılığı ile hedefi doğrultusunda ilerliyor. Raúl Arévalo, Jose ile Curro’nun zoraki birlikteliği boyunca bizi İspanya’nın kırsal bölgelerinde ve büyük şehrin şatafatından uzak yerlerde gezdirirken bu öfkeyi özellikle cinayet sahnelerinde hayli belirgin kılıyor. Filmin ana karakterinin neden kişisel bir intikamın peşine düştüğünü ve onun suçluları bulmak için denediği yolları neden resmî güçlerin denemediğini ya da Jose’nin bunun için ne yaptığını açıklamıyor hikâye ve bu hâli ile daha çok bir Doğulu intikam hikâyesi gibi duruyor seyrettiğimiz. Ana’nın “kaybolan telefonu” ve ciddi bir suç işleyen iki kişinin cinayet yerinden aldıkları dikkat çekici kıyafetleri (boks kulübü montları) değiştirmeye gerek duymamaları gibi aksayan yanları var senaryonun ama Arévalo bu aksaklıkları unutturmayı başarıyor genellikle ve seyirciyi öfkenin ve bu öfkeyi sabırla biriktirmenin sonucu olan gazabın ele geçirmiş göründüğü adamın yaşadıklarına ortak etmeyi biliyor.

Jose’yi canlandıran Antonio de la Torre’nin oyunculuğu bir parça duygusuz gibi görünebilir ama aksine çok doğru bir performans sunuyor oyuncu. Planı gereği, belli anlar dışında hissettirmemesi gereken öfkeyi sabırla gizleyen bir karakter onunki ve o duyguyu göstermeyince de geriye sadece duygusuzluk kalıyor çünkü. Curro rolünde oynayan Luis Callejo, tek bir sahnede yer almasına rağmen çarpıcı bir yardımcı oyunculuk gösteren Manolo Solo (Santi rolünde) ve Anna’yı canlandırırken onca sahnesine rağmen senaryodan pek destek alamasa da Ruth Díaz’ın oyunculukları da filmin artıları arasında yerlerini alıyorlar. Tüm kadronun bu başarılarının yanına yönetmenin sade anlatımı içinde kendine özgü bir hava yaratabilmesini ama belki de öncelikle filmin her anında aksiyonların boş görkeminden, Hollywood gerilimlerinin zorlamalarından uzak olmasını da ekleyince ortaya görülmeyi hak eden bir yapıt çıkıyor. Arnau Valls Colomer’in gösterdiğine odaklı ve seyirciyi karakterlere hep doğru mesafede tutan kamera çalışması ve Luci Godoy’un kendisini öne çıkarmadan hikâyeyi desteklemeyi başaran müziğinin de dikkatleri çekmesi gereken film, İspanya’nın alt sınıfından seçtiği karakterleri ve onların yaşadığı mahalleleri karşımıza getirerek her anında gerçek insanların gerçek hikâyesini seyrettiğimiz hissini yaratabilen ilginç bir çalışma, özetle söylemek gerekirse.

(“The Fury of a Patient Man”)

(Visited 57 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir