Tony Arzenta – Duccio Tessari (1973)

“Bırakmam şart. Bu işi yapmaya devam edersem, o kurşun beni bulacak… ve oğlum büyüyünce de o kurşunu adresine iade etmek zorunda kalacak. Oğlumun intikamımı almasını istemiyorum”

Mafya için tetikçilik yapan ve işinde usta olan bir adamın, eşini ve çocuğunu düşünerek işini bırakmak istediğini patronuna söylediğinde bunun düşündüğü kadar kolay olmayacağını anlamasının ve kendisine verilen cezaya karşı giriştiği intikamın hikâyesi.

Franco Verucci’nin orijinal hikâyesinden yola çıkan senaryosunu Verucci, Roberto Gandus ve Ugo Liberauce’nin yazdığı, yönetmenliğini Duccio Tessari’nin yaptığı bir İtalya, Fransa ve Danimarka ortak yapımı. Bizde özellikle 1970’li yıllarda Cüneyt Arkın’ın bolca oynadığı mafyalı, intikamlı ve “cool” kahramanlı filmleri hatırlatan (daha doğrusu Yeşilçam’ın o fimleri çekerken nerelerden ilham aldığını hatırlatan) çalışma temel olarak o yerli yapıtların çok daha profesyonelce çekilmiş olanlarından. İtalya, Almanya ve Danimarka’ya uğrayan hikâye özel bir orijinalliğe sahip değil, senaryo -finali hariç- seyirciyi hiç şaşırtmıyor ve başroldeki Alain Delon’un karakteri ve performansı da Amerikan mafya filmlerindeki karakterlere alışkın olanlar için fazla soğukkanlı ve soğuk duruyor; yine de Delon’un doğal karizması ile karakterine kattığı farklılık ve 1960 ve 70’li yıllarda peş peşe çektiği sinema filmlerinden sonra çoğunlukla televizyona kayan Tessari’nin sinema dili açısından değil ama hikâyeye hizmet edebilmesi ile dikkat çeken yönetmenliği ile ilgiyi hak ediyor belli bir nostalji duygusu da yaratacak olan yapıt.

Evde kutlanan bir doğum günü partisi ile açılıyor film. Sadece çocuklar ve kadınların yer aldığı bu parti evin küçük oğlu içindir ve evdeki tek erkek olan baba gitmek zorunda olduğunu söyleyerek ayrılır partiden. Bu sahneden sonra başlıyor açılış jeneriği ve orijnali Brezilyalı sanatçı Erasmo Carlos’a ait olan Ornella Vanoni şarkısı “L’appuntamento” eşliğinde hikâyenin kahramanı olan ve filme adını veren Tony’yi canlandıran Delon’un yola çıkışını ve “gitmesi gereken” yere olan yolculuğunu izliyoruz. Vanoni’nin şarkısının adının Türkçe karşılığı “randevu” ve şarkı “Sen gelmezsen ben var olamam” diyen birinin ağzından söyleniyor. Kahramanımız ise randevusuna zamanında gidecektir ve kendisine verilen işi tek bir söz söylemeden ve hiç sorunsuz halledecektir. Mafyanın tetikçi olarak kullandığı bir adamdır Tony ve işini de çok iyi yapmaktadır. Ne var ki işinin doğal tehlikesinin ve sonucunun farkındadır; sıktığı o kurşunların bir benzeri bir gün kendisini bulacaktır kuşkusuz ve o çok sevdiği ailesinden sonsuza kadar uzak kalacaktır. Patronuna artık bu işi bırakmaya kararlı olduğunu söyler ama o kadar çok cinayete karışmış ve örgüt hakkında o kadar çok şey bilmektedir ki bunun mümkün olmadığı söylenir kendisine. Kararında diretince, ondan kurtulmak için bir tuzak kurulur ama yaşanan talihsizlik onun değil, başkalarının canına mâl olur. Bundan sonrası ise Tony’nin intikam arzusunun hikâyesidir.

İtalyan, Fransız, Alman ve Amerikalı oyunculardan oluşan uluslararası bir kadrosu var filmin. Önemli rollerden birinde Coppola’nın “The Godfather” (Baba) filmindeki mafya liderlerinden birini canlandırmasından sonra bu türden pek çok rolde oynayan Richard Conte’nin yer aldığı filmin yıldızı kuşkusuz Alain Delon. Kariyeri boyunca pek çok başyapıtın yanında epey ticarî yapımda da yer alan yıldız oyuncu burada hikâye boyunca -arada birkaç göz yaşı dökse de- koruduğu “cool” tetikçi havasına kattığı karizması ile ilgiyi hep üzerinde tutuyor. Filmin de buna ihtiyacı varmış kesinlikle; çünkü tahmin edilen akışla ilerleyen (neyse ki etkili bir sürprizi var hikâyenin finalde) senaryo olay örgüsü ve karakterler açısından yeterince güçlü bir etki yaratacak bir içeriğe sahip değil pek. Yeşilçam dahil olmak üzere pek çok farklı sinemada örneklerini gördüğümüz türden bir hikâye anlatıyor film. Bu nedenle Delon’un performansı -aslında çok güçlü bir oyunculuk sunmasa da ve zaten senaryo da buna pek uygun olmasa da- önem taşıyor ve o da gereğini rahatlıkla yerine getiriyor. Filmin tüm oyuncularına olduğu gibi ona da dublaj yapılmış olması zarar verse de oyunculuğuna, Delon işini iyi yapıyor. Sanatçının bazı mimikleri ve vücut hareketleri Cüneyt Arkın’ın benzer karakterleri oynadığı filmlerdekine hayli benziyor ve bir sahnedeki “hüzünlü, acılı ama güçlü adam” bakışı adeta bir Yeşilçam filmi seyretttiğiniz hissine kapılmanıza bile neden olabilir.

Başta yer alan “mafya liderinin adamını tokatlaması” sahnesi de hem içeriği hem sineması ile aynı benzerliği çıkarıyor karşımıza. “Artık güvercin vurmaktan bıkan avcı”nın aile bağlılığı da İtalyan toplumu kadar, bizim toplumu da hatırlatıyor kuşkusuz ve Delon’un başka hiçbir kadına -onca fırsat çıkmışken üstelik- elini değdirmemesi de tipik bir Yeşilçam namus anlayışının örneği oluyor. Neyse ki hikâyedeki benzerlikler, çok daha profesyonel bir bakış açısı ile çekilmesi sayesinde filmin genel havasını çok da bozmuyor. Duccio Tessari ve görüntü yönetmeni Silvano Ippoliti’nin sert kamera hareketleri içeren ve zaman zaman biraz zorlama kamera açıları ile oluşturulmuş mizansen anlayışı ve bir şey olacağını fazlası ile ele vermeleri sinema sanatı açısından çok da parlak tercihler değil ama tam da bu anlayış filmin ticarî başarısının ardındaki önemli etkenlerden biri. “Godfather” modasının da etkisi ile film özellikle İtalya’da seyircinin ilgisini çekmeyi bilmiş ve bugün 1970’li yılların tipik mafya filmlerinden biri olarak hatırlanıyor hâlâ bu çalışma.

Filmin önemli yanlarından biri, bizdeki benzerlerinin aksine baş karakterini -sonuçta bir tetikçi olduğunu unutturmaya çalışarak- bir iyilik timsaline veya kader kurbanına dönüştürmekte çok ileri gitmemesi. Pederin kahramanımıza yaptığı uyarı (“Adaleti sağlamayı Tanrı’ya bırak. Şeytana uyup Tanrı’nın yerine adaleti sağlamaya çalışma. Tanrı’nın gazabı da adaleti de seninkinden büyüktür”) dinlenmiyor elbette ama örneğin otelde bir kadına yardım etme sahnesinin “işe karışmama” tercihi ile başlamasını ve tüm olan bitenin de bu uyarıya uyulmamasının sonucu olduğunu hatırlayalım. Burada hemen tüm aksiyon filmlerindeki bir tutarsızlığı görüyoruz ama; halk içindeki çatışma ve takip sahnelerinde etraftaki masum halkın başına gelenler (kahramanımız kendisini öldürmeye çalışanları arabası ile takip ederken, olayla ilgisi olmayan bir araba ile çarpışıyor ve bireysel bir intikamın bu ilgisiz kurbanının başına ne geldiği ile ilgilenmeden sürüp gidiyor hikâye) normalmiş gibi davranmamızı bekliyor bu film de. Elbette bir kahramana yakışan bir tutum olamaz bu ama bu tür hikâyelerin yaratıcıları ne kendileri umursuyorlar bunu ne de bizden böyle bir şey bekliyorlar.

Gianni Ferrio’nun caz havalı ve bolca kullanılan müziğinin yanında, yukarıda anılan Ornella Vanoni şarkısı ve Mina klasiği “Vorrei Che Fosse Amore”nin de aralarında bulunduğu müziklerden de yararlanan filmde Interpol ajanının hikâyeye hiçbir şey katmaması ve kötü adamların kötü karakterlerinin altının kabaca çizilmesi (gazete bayiinden porno dergilerden birini alan adamın cebine sokuşturduğu bu dergi ile kiliseye girmesi gibi) gibi sıkıntılar da var. Bir İtalyan hikâyesi olarak aileye olan kutsal bağlılığın -bir Danimarkalı karakterin bakışınki ile de kıyaslanarak- vurgulandığı filmin sondaki kilise düğünü sahnesi ise “bir şey olacak mı” tedirginliği ve bunun üzerine eklenen sürpriz ile parlak bir kapanış sağlıyor hikâyeye. Bir klaisk olmak için çok fazla eksiği olan bir çalışma bu ama yine de hoş bir vakit geçirme aracı olarak, keyifle ve nostalji içinde seyredilebilir.

(“Big Guns” – “No Way Out” – “Büyük Silah”)

(Visited 418 times, 7 visits today)

“Tony Arzenta – Duccio Tessari (1973)” için 4 yorum

  1. Ben de Tony Arzenta’yı bugün seyrettim Netflix’te. Üstelik 90 dakikalık ABD kopyasını değil, 112 dakikalık kesintisiz kopyayı gösteriyorlar. Keyifli vakit geçirdim. Alain Delon her türlü seyredilir. Üstelik diğer oyuncular da çok iyi. Netflix’te 50ler, 60lar, 70ler ve 80lerden pek çok İtalyan filmi başladı. Benim için çok heyecan verici. Netflix’e minnettarım. Dino Risi’nin “Poveri ma belli, Belle ma povere, Poveri milionari” üçlemesini ya da Pane, amore e …(Aşk, Ekmek ve …) üçlemesini başka nerede HD olarak bulup seyredebilirdik ki?

    1. Netflix aboneliğimi sonlandırmak üzereydim ki İtalyan filmlerini -tümü parlak örnekler olmasa da- eklediler. Bence de çok doğru bir seçim oldu. Umarım devamı gelir.

  2. Son sahnesi de dahil olmak üzere, sanki bir Cüneyt Arkın filmini hatırlatıyor bana. Jenerik müziği çok güzel gerçekten.

    1. Sözünü ettiğiniz Cüney Arkın filmi Melih Gülgen’in 1984 yapımı “Bırakın Yaşasınlar”ı olabilir. Arkın’ın 1970 ve 80’lerde bolca çektiği aksiyon filmlerinde İtalyan sinemasından oldukça fazla esinleniliyordu. Hikâyenin “Tony Arzenta”da mafya tetikçisi olan kahramanının Yeşilçam’da polise dönüştürülmesi ise hem 1980’li yılların devam eden darbe yılları atmosferi hem de Arkın’ın imajı ile ilgili olsa gerek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir