“Toprağından yoksun kalan bir çiftçinin hayatı mahvolur. Yedi nesil boyunca, evimiz bu topraklar üzerindeydi. Koşullar ne olursa olsun, toprağımı satmayacağım”
Bengalli bir çiftçi ve ailesinin bir dönümden daha küçük tarlalarını kendisine olan borçları nedeni ile satmaya zorlayan bir adama karşı verdikleri mücadelenin hikâyesi.
Salil Choudhury’nin hikâyesinden uyarlanan senaryosunu Hrishikesh Mukherjee’nin yazdığı, yönetmenliğini Bimal Roy’un yaptığı bir Hindistan filmi. Cannes’da yarışan ve Hindistan’ın Oscar’ı olarak kabul edilen Filmfare’de En İyi Film ve Yönetmen Ödülünü kazanan çalışma sosyal meseleleri zaman zaman bir melodram havası alan hikâyelerle anlatması ile tanınan Roy’un en önemli filmlerinden biri olarak hatırlanıyor bugün. Müzikal bir melodram olarak tanımlanabilecek olan film feodal bir sistemin ezdiği küçük insanları anlatırken, müziğin ve melodramın sorumluluk sahibi ve doğru duyarlılıklar içeren bir hikâye anlatmaya engel olmadığını ve hatta bu unsurlardan doğru bir biçimde beslenen bir filmin ele aldığı meseleyi geniş kitlelere ulaştırmak için onlardan yararlanabileceğini gösteren önemli bir çalışma.
Susuzluktan çatlayan bir toprak görüntüsü ile başlıyor film ve bir ses bize yaşanan kuraklıkla ilgili durumu anlatıyor: “İki yıldır yağmur yağmıyor. Toprak susuzluktan ve sıcaktan kavrulmuş durumda. Ağaçların yaprakları kuruyup dökülmüş. Gökyüzünde hiç bulut yok. Ülke bir karışıklık içinde. Ama bütün dertlerin bir sonu vardır. Gökyüzü bir gün tekrar başlar kükremeye”. Bu sözleriden sonra kara bulutlarla dolu bir gökyüzü görüyoruz ve ardından yağmurun müjdecisi olan gök gürlemesini duyuyoruz. Gerçekten de bir derdin sonu gelmiştir ama bir yenisi başkasının toprağında çiftçilik yapanların ve onlardan biri olan Maheto ailesinin karşısına çıkmak üzeredir. Bu ailenin küçük bir arazisi vardır ve yörenin zengini olan toprak ağası adam yaptıracağı fabrika için kendisininkine bitişik olan bu araziyi de almak zorundadır. Açılış sahnesindeki yağmur Hint sineması usulü bir şarkılı ve danslı sahne ile kutlanıyor. Yağmurun neden olduğu coşkuyu yansıtan bu müzikal sahnesi hikâyede kuraklığın bir yeri olduğu veya çiftçilerin zorlu yaşamlarının yağmura nasıl sıkı sıkıya bağlı olacağının anlatılacağı havasını yaratsa da öyle ilerlemiyor senaryo. Bu sahneyi bir başka amaç için kullanıyor Roy; çiftçiler ile toprak arasındaki “aşk”ı anlatıyor bu sahnenin müzikli görkemi.
Adını Hindistan’ı simgesi olmuş sanatçılardan biri olan Rabindranath Tagore’un ülkesinde çok sevilen bir şiirinden alıyor film. Senaryoyu yazan ve kendisini Marksist olarak tanımlayan Salil Choudhury o şiiri doğrudan uyarlamamış hikâyesine ama Tagore’un bir çiftçinin toprağına olan sevgisini anlattığı mısralarının bir karşılığını yaratmayı denemiş ve başarmış. Filmde hükümetin feodal sistemin ortadan kaldırmakta olduğunu ve artık fabrikalara odaklanmak gerektiğini söylüyor şehirden gelen yatırımcılar ve bu nedenle Maheto ailesinin o küçük toprak parçası kesinlikle satın alınmalıdır. Oysa ailenin reisi için “Toprak çiftçinin annesidir” ve satması mümkün değildir. Bu nedenle Kalküta’ya giderek para kazanmaya ve kendisine verilen kısa süre içinde borcunu ödeyebilecek parayı kazanmaya çalışır. Adamın ve küçük oğlunun büyük şehirde para kazanmak için katlanmak zorunda kaldıkları üzerinden bir yoksulluk ve bu yoksulluğu yaratan düzen hikâyesi anlatıyor film ve doğrudan değil ama dolaylı olarak bir politik film olarak da sınıflanabiliyor böylece. Yönetmen Roy bu filmi yapmaya Vittorio De Sica’nın 1948 tarihli ölümsüz klasiği “Ladri di Biciclette”yi (Bisiklet Hırsızları) gördükten sonra karar vermiş. Orada baba ve oğlu için bisiklet ne kadar önemli ise, burada da çekçek aynı derecede önem taşıyor ve tıpkı De Sica gibi Roy da yeni-gerçekçi akımına uygun bir dil ile anlatıyor hikâyesini.
Danslı sahneleri kısıtlı tutarak doğru bir iş yapmış Roy ve şarkılı bölümleri de görüntü yönetmeni Kamal Bose’nin başarılı çalışmasının katkısı ile oldukça estetik kılmış. Adamın şehre gitmek üzere istasyona uzun bir yürüyüş yaptığı sahnede yol boyunca ona şarkıları ile eşlik eden köylülerin sahnesi örneğin, hem görsel olarak oldukça başarılı (Sovyet filmlerinin “kutsal halk” estetiğinin izlerini taşıyor bu bölüm) hem de toplumsal bir bakışın ve dayanışmanın güzelliğini hatırlatıyor. Tren yolculuğunda iki karakterin “reform” konulu kısa diyalogları ve bir şarkılı sahne dışında doğrudan politik bir çağrışıma hiç başvurmuyor film ve bunun yerine dram (ve arada dozu biraz kaçan melodram) ile baş başa bırakıyor seyircisini. Bu şarkılı sahnede bir sokakta toplu halde şarkı söyleyen yoksulları görüyoruz: “Ah, tanrı Rama, ne garip bu senin dünyan / Dağları deliyoruz, denizi yarıyoruz, evler inşa ediyoruz / Çorak toprakta çiçekler yetiştiriyoruz / Her şeyi biz yapıyoruz ama bizim hiçbir şeyimiz yok / Ah, tanrı Rama, ne garip bu senin dünyan”. Emekçi sınıfın ürettiğini ama ürettiklerinin hiçbirine sahip olmadığını söylüyor bu sözler çok doğru ve güçlü bir saptama ile. Baba ve oğlunun doğru ve dürüst olandan hiç sapmamaya çalışması ve bunun için katlandıkları da yaşadığımız dünyadaki adaletsizlikleri dile getiriyor.
Sonlara doğru hikâyenin melodram dozu hayli artıyor ve karı kocanın talihsiz koşullarda karşılaşmaları sahnesindeki tesadüf başta olmak üzere farklı unsurları ile bu doz filme zarar da veriyor. Bunlar olmadan da film yeterince güçlü bir etkiye ve duygusal vurguya sahip çünkü. Babayı canlandıran Balraj Sahni ve anneyi oynayan Nirupa Roy’un, özellikle de ilkinin sağlam performanslar gösterdiği filmin müziklerinde de Salil Choudhury’in imzası var. Orijinal melodilerin yanında, Sovyet besteci Lev Knipper’ın bir senfoni için bestelediği ve düşmana karşı savaşmak için evinden ayrılan bir Kızıl Ordu mensubunun ağzından söylenen bir şarkıyı da uyarlamış film için oldukça başarılı bir şekilde. Etik temasını, başta zalim bir dünyada dürüst kalabilme mücadelesi olmak üzere baba ve özellikle de oğlunun eylemleri üzerinden anlatan film “çekçek yarışı” gibi mizanseni, kamera çalışması ve oyunculukları ile dört dörtlük sahnelere sahip ve “sanat sineması” ile “popüler sinema” arasında bir köprü kurmayı başarmış görünen dili ve içeriği ile önemli bir sinema yapıtı.
(“Two Acres of Land”)