“Arkadaş canlısı biri olmalı, boyu çok uzun olmasın, hoş elleri olsun…”
Ancak işitme cihazı ile duyabilen, dudak okuyabilen ve sekreterlik yapan bir kadınla onun yanına asistan olarak giren ve şartlı tahliye edilmiş bir suçlunun birbilerine yardım ederken karıştıkları tehlikeli işlerin hikâyesi.
Jacques Audiard ve Tonino Benacquista’nın senaryosundan Audiard’ın çektiği bir Fransız filmi. Yönetmenin ve görüntülere imza atan Mathieu Vadepied’nin karakterlerine fiziksel ve ruhsal olarak çok yaklaşan kamera çalışmasının çekici bir yoğunluk ve karanlık bir atmosfer kattığı filmin iki başrol oyuncusunun (Emmanuelle Devos ve Vincent Cassel) sert birer gerçekçiliği olan performansları da üst düzeyde. Kimin kimin tuzağına düşeceği konusunda hikâyenin özetinin yaratacağı beklenti ve klişeleri ustaca kıran film, merak ve gerilim duygusunu sonuna kadar koruyor ve Fransız suç sinemasının parlak örneklerinden biri oluyor. Şartlı tahliye memuru ile ilgili yan hikâyenin gerekliliği tartışmaya hayli açık olsa da görülmeyi hak eden bir suç filmi bu.
Bir inşaat firmasında sekreterlik yapan Carla (Emmanuelle Devos); iki kulağına da işitme cihazı takan ve onları çıkardığında hemen hiç işitemeyen, dudak okuma yeteneği geliştirmiş, iş yerindeki arkadaşlarının sık sık alayına ve küçümsemesine uğrayan, asosyal bir hayat süren ve silikliği kıyafetlerine de yansıyan bir kadındır. Paul (Vincent Cassel) nitelikli soygun ve gasptan dolayı iki yıl yattığı cezaevinden şartlı olarak tahliye edilir ve hemen hiçbir şartı karşılamamasına rağmen, Carla tarafından yardımcısı olarak işe alınır. Önce kadın adamı, sonra adam kadını kendisine yardıma zorlar ve hikâye klişelere kapılmadan, sağlam bir gerilim ve suç filmine dönüşür. Farklı dünyaların insanları olan bu iki karakterin birbirlerine yardım ederken, kaderlerinin ortaklaşmasını oldukça çekici bir şekilde anlatıyor bize Audiard işte bu hikâye ile.
Paul’ün denetiminden sorumlu şartlı tahliye memuru görevlisinin kendi başına çekici olabilecek hikâyesine burada neden yer verildiğini anlamak zor. Ana hikâye ile ilişkilendirmek ya da onu beslemek adına bir bağ kurmaya çalışmak oldukça çaba gerektiriyor açıkçası ve bu havada kalma durumu bu görevli ile ilgili kimi sahnelerin (örneğin adamın iç çamaşırlarının içinde müzik dinlediği sahne) gücü de gereğinden fazla dikkat çekiyor. Bu problem bir yana bırakılırsa, Vadepierd ve Audiard’ın senaryosu içeriği, kurgusu ve su gibi akan tasarımı ile oldukça başarılı. Toplam dokuz dalda aday olduğu César ödülünü filme kazandıran 3 daldan biri (diğerleri kadın oyuncu ve ses dallarında) olan senaryo başından sonuna kadar seyircinin ilgisini hep canlı tutuyor. İçerdiği bazı sert sahnelere rağmen şiddeti sömürmeyen hikâye Audiard’ın hareketli sinema dilinin de katkısı ile filmin önemli kozlarından biri oluyor ve bu tür filmlerle başı çok da hoş olmayanların da ilgisini çekecek iki ana karakteri ile kendisini sürekli ilgi ile izletiyor. Senaryonun bu tür suç filmlerine genellikle zarar veren romantizm ve cinsellik unsurlarını da oldukça doğru bir biçimde kullanması ve onları da baştan sona bir merak uyandırma aracı olarak özenle değerlendirmiş olması da değerini hayli yükseltiyor. Carla’nın ayna karşısındaki sahnelerinden bazı diyaloglara Audiard cinselliği sadece karakterini daha iyi tanımamız için kullanıyor tam da olması gerektiği gibi. Sadece Carla ve Paul’ü değil, yan karakterleri de ikna edici bir derinlik ve gerçekçilikle ele almış bu senaryo ve bir suç filminin doğru tonda bir psikolojik boyut içerdiğinde değerinin kesinlikle arttığını da kanıtlıyor.
Filmin önemli başarılarından biri -yine senaryonun bir başarısı olarak- ilk on, on beş dakikadan sonra oluşan “çekici bir kötü adamın tuzağına düşen tatminsiz kadın” beklentisini kırması ve bu klişeden uzak durarak bambaşka bir mecrada akmaya başlaması. Sürpriz için sürpriz yaratma peşinde koşmadan ve hikâyenin doğal görünümünü hiç yitirmeden farklı kanallarda ilerleyebilmek önemli bir başarı ve senaryo -deyim yerindeyse- tıkır tıkır işleyen akışı ve temposu ile bu başarıyı hep muhafaza ediyor. Kameranın genellikle hareketli olması ve özellikle Paul ve Carla karakterlerine çoğunlukla baş ve omuz çekimleri ile yaklaşması senaryonun gücünü daha da artırmış. Keşke o gereksiz yan hikâye hiç olmasaymış; çünkü sadece iki ana karakterine odaklanmış olsa hikâyenin yoğunluğu çok daha fazla olurmuş ve hem biçim ve içerik olarak film seyircisinin yüzüne daha da sert bir yumruk olarak inebilirmiş. Cyril Holtz, Pascal Villard ve Marc-Antoine Beldent imzalı ve César ödüllü ses çalışması da filmin bir çekici unsuru. Seslerin tamamen kesildiği, çok belirsizleştiği ve öne çıktığı anlar özenle belirlenmiş görünüyor ve baş karakterlerden birinin sağır olmasının neden olabileceği klişelerden çoğunlukla uzak durularak, özgün bir çalışma çıkarılmış ortaya.
Final sahnesinin Carla ve Paul’un -nihayet- gerçek bir çift olduğunu, sevgi ve güvenin bir ilişki için olmazsa olmazlığını gösterdiği filmde iki başrol oyuncusunun performansları dört dörtlük. Vincent Cassel ustası olduğu bir şekilde karakterinin sadece ruhunu değil, bedenini de giyinmiş adeta üzerine ve sert, sağlam ve gerçekçi bir oyunculuk gösterisi sunmuş. Emmanuelle Devos ise tüm yeteneğini Carla karakterinin emirine vermiş ve tıpkı hikâyenin beklenmedik akışları gibi, karakterinin beklenmedik davranışlarını da inandırıcı kılmış. Bu da hayli önemli bir başarı; çünkü onun gerçekçiliğindeki en ufak bir aksama filmin tüm çekiciliğini ve verdiği keyfi yok edebilirmiş. Sinemada baş karakterlerine ruhsal ve fiziksel olarak yaklaşmanın bir hikâyenin düzeyini nasıl yükseltebileceğinin örneklerinden biri olmasını bu iki oyuncunun başarılarına da borçlu film.
Şiddetten romantizme cinsellikten karanlık karakterlere her alanında özgün olabilmeyi başaran bu Jacques Audiard filmi Fransız sinemasının 2000’li yıllardaki ilgiyi kesinlikle hak eden örneklerinden biri ve karakterlerini özellikle sevdirmeye çalışmadan, seyirciyi onların yanına çekebilmesinin de başarısını ortaya koyduğu bir çalışma.
(“Read My Lips” – “Dudaklarımı Oku”)