“Tayvan sensiz çok hüzünlü, hem de çok”
Aşkının peşinde Paris’e gitme çabası içindeki bir gencin başına gelenlerin hikâyesi.
Karakterleri ve olay örgüsü ile sık sık Fransız sinemasından ve özellikle Yeni Dalga akımından esintiler taşıyan film keyifli, amaçladığı kadar olmasa da yeterince zıpır ve yine yeterince akıcı bir komedi. Filmin kaybedilen aşkın hüznüne de değinir gibi bir yanı var ama aslında o da sadece yeni aşkın güzelliğini artırmak için bir araç gibi görünüyor.
Evet Yeni Dalga ve özellikle Truffaut. Filmdeki kahramanımız seyredene sürekli Truffaut filmlerinde Jean Pieree Léaud tarafından canlandırılan Antoine Doinel karakterini çağrıştıracaktır; biraz deli, biraz romantik, biraz şaşkın ve iyi yürekli bir karakter. Onun ve diğer yine Yeni Dalga filmlerinden çıkmış gibi görünen şaşkın karakterlerin Tayvan sokaklarında ve 2000’li yıllarda ne aradığı sorulabilir elbette ama filmin sonuçta ve özellikle ikinci yarısında hayli başarılı bir atmosfere sahip olduğu gerçeğini görmeye engel olmamalı bu soru.
Bir şekilde parlak ve canlı renkleri sık sık kullanan ve böylece delişmen atmosferini artıran bir film bu; tüm o turuncu takım elbiseler içindeki küçük çete, kitapçı raflarındaki tüm o renkli ciltli kitaplar ve marketteki ürünlerin renkleri göz alıcı bir parlaklığa sahipler. Filmin iyimser ve mutlu havasını destekleyen bu durum kötü karakterlerin de naifliği ile altı çizilen bir neşeli atmosferin doğmasına neden oluyor film boyunca. Temelde dört farklı genç karakter etrafında (polis, Paris’e gitmeye çalışan kahramanımız, emlakçının yeğeni ve kitapçıda çalışan kız) geçen film bu karakterlerini belki pek detaylandırmıyor ama ince dokunuşlarla onları bu keyifli filmi sürükleyen karakterler haline getirmeyi başarıyor. Kahramanımız Kai rolündeki Jack Yao bu ilk uzun metrajlı filminde küçük ve sevimli oyunu ile, emlakçının yeğeni rolündeki Lawrence Ko ise bilinçli ve tatlı bir şekilde hafif abartılmış oyunu ile en çok dikkati çeken isimler.
İkinci yarısında bazı anlarında bir vodvil havası da taşıyan film, belki daha zıpır veya uçarı bir havaya sahip olsaydı çok daha üst noktalara gidebilirdi ama bu hali ile de eğlendiriyor, sürüklüyor ve kapanıştaki yavaş gösterim ile verilen dans sahnesinde olduğu gibi mutluluk veriyor. Hem bu güzel sonu hem de kitapçıda başlayan aşkların güzelliğini hatırlattığı için ve davul ritminin sürüklediği ve filmin yapısına ve içeriğine mükemmel bir uyum gösteren Wen Hsu imzalı müziği için de ayrıca ilgiye değer.
(“Au Revoir Taipei” – “Elveda Taypey”)