“Günah Montmartre’da icat edilmedi. Burada sadece mükemmelleştirildi”
1896’da kankan dansının yasak olduğu Fransa’da dansın ve gerçek aşkı anlamanın müzikal hikâyesi.
Cole Porter’ın sahne müzikalinden uyarlanan film müzikal sinemanın başyapıtlarından olmasa da şarkıları, oyuncu kadrosu, dönem kostümleri ve kankan başta olmak üzere dansları ile keyifli bir çalışma.
Hollywood’un kendi ürettiği gerçekliği vardır ve bunu cüretkârca sunmaktan ve doğalmış gibi kabul görmesini beklemekten hiç çekinmez. Bu filmde de klasik Hollywood klişelerinden biri film boyunca pervasızca kendini gösteriyor. Fransa’da geçen ama çoğunlukla Amerikalı oyuncuların yer aldığı filmde oyuncuların aksanları üç kategori arasında dağılmış; Başta Frank Sinatra olmak üzere katıksız Amerikan aksanı ile İngilizce konuşan Amerikalı oyuncular, Fransız aksanı ile İngilizce konuşan Fransız oyuncular ve Fransız aksanı ile İngilizce konuşmaya çalışan Amerikalı oyuncular. Bu dil cümbüşünü (aslında garipliğini) bir kenara koymak gerek çünkü Hollywood öyle diyorsa öyledir.
Maurice Chevalier’nin biraz da yaşının gereği bir parça durgun, Louis Jourdan’ın tüm yakışıklılığı ile sevimli ve canlı, Frank Sinatra’nın oynadığı filmden bağımsız tekrarladığı standart oyunu ile idare eder göründüğü ve sanki Montmatre’da bir Amerikalı gibi dolaştığı filmin yıldızı elbette Shirley MacLaine. Sanatçı güldürüyor, eğlendiriyor, şarkı söylüyor, dans ediyor ve tüm filmi sürükleyen isim oluyor.
Bir dönem filmi olmasından dolayı kostümlerin çok göz alıcı olduğu bir film bu. Elbette tümü rengarenk, gösterişli ve çekici. Bu kostümler eşliğinde sergilenen dans ve şarkı bölümlerinin özellikle bir kısmı çok başarılı. MacLaine’in denizcilerle yaptığı dans sert koreografisi ile dikkat çekerken, yine MacLaine’in nişan törenindeki “gösterisi” sanatçının komedi yeteneğini de ortaya koyması ile öne çıkıyor. Doğrudan hikâyenin bir parçası olmayan ve bu nedenle bir parça filmin dışında gibi duran “Adem ve Havva” balesi bölümü de bir elmanın nelere yol açabileceğini gösteren ve üzerinde özenle çalışıldığı belli olan karelere sahip. Ayrıca “Just One of Those Things” ve “It’s All Right with Me” şarkılarını ve Jourdan’ın evlilik teklifine kadar uzanan çıkma teklifi bölümünü de unutmamak gerek.
Başrolde Frank Sinatra olunca tahmin edilebilir bir final ile bitiyor film ama filmdeki tüm gelişmeler ve tarafsız bir değerlendirme bu seçimin yanlışlığını çok açık bir şekilde gösteriyor. Bir tarafta Fransız aristokrasisi ve burjuvazisini, diğer tarafta Fransız lümpenlerini (aslında bu görüntü altında, Frank Sintra’nın varlığını düşünürsek, tarihi ve birikimler üzerine kurulu bir kültürü olmayan Amerikalıları) tutarak bir sınıf çatışması hikâyesi de anlatır gibi görünse de kuşkusuz böyle bir derdi olmayan bir müzikal. Günümüz Türkiye’sinde olduğu gibi görmedikleri, okumadıkları ama yine de ahlâksız olduğuna emin oldukları şeylere günah yaftası yapıştırmaktan kaçınmayan püriten ahlâk sahiplerine yüzeysel de olsa çatan film, eğlenceli bir seyirlik sonuç olarak.
(“Paris Dansözü”)