“Bogdan! Çocuğun uykusu geldi”
Evli ve ikinci çocuğunu bekleyen bir adamın ailesi ile çıktığı tatilde gençlik arkadaşları ile karşılaşması sonucu başlayan kafa karışıklığının hikâyesi.
İlk sahneleri ile bize filmin erkek kahramanı olan Bogdan’ın artık uzaklaşmış olduğu gençlik dönemini ve o günlerdeki kendisini özlediğini başarı ile aktaran film temel olarak baba ve eş olmanın gereklilikleri ile karşılaştığı arkadaşlarının çağrıştırdığı “özgürlük” günlerinin özlemi arasında kalan bir adamın sakin, doğal, yalın ve belgesel havasında aktarılan hikâyesi. Eski arkadaşlar ile birlikte tekrar aklına takılan içki, sigara, erkek sohbetleri ve elbette kadınlar bu hikâyede kahramanımızın aklını epeyce çeliyor.
Tamamı bir gün içinde geçen hikâye inanılmaz doğallıktaki sahici diyalogları ile dikkat çekiyor öncelikle. Başından sonuna tüm konuşmalar o yaşta ve o konumdaki kadın ve erkekler nasıl konuşursa tam da öyle. Diyaloglarda en ufak bir fazlalık yok ve ağızlardan çıkan tüm kelimeler karakterlerin kendi öz kelimeleri gibi. Muhtelemen doğaçlamayı da içeren bu konuşmalar kimi zaman tek planda ve tek çekimle gerçekleştirilmiş sahnelerde ve bir süre telaşına düşmeden kotarılmış. Bu anlarda kamera kendisini hiç fark ettirmiyor ve kendinizi başkalarının gerçek hayatına bir süreliğine misafir olmuş gibi hissediyorsunuz. Filmin başarısının sırrı da tam burada yatıyor. Film ne bazı “konuşmalı” filmlerin düştüğü tuzağa düşüp karakterlerini büyük veye entelektüel tartışmaların içine atıyor ne de seyredeni dışlayacak kadar karakterlerin kendilerine özel konularının içinde bırakıyor bizi. Tümü gerçekliğin büyüsü ile sarılmış didişmeler, özlemler, gençlikten olgunluğa geçiş sancıları, bir şeylerin eksik kalması korkusu, özgürlük ve sorumluluklar film boyunca birbiri ardına ve inanılmaz bir doğallık içinde sıralanıyorlar. Kabaca aile ile plaj, arkadaşlar ve aile ile yemek, arkadaşlar ile eğlence, aile ile otel, arkadaşlar ile eğlence ve aile ile otel başlıklarını taşıyan bölümler halinde ve belirttiğim bu sıra ile anlatılan filmde her bir bölüm kendi içsel bütünlüğüne ve hem kendinden önceki bölümün doğal bir devamı hem de bir sonrakinin ustalıklı bir hazırlayıcısı havasına sahip. Erkek ve kadının hem oteldeki ilk kavgaları hem de sondaki “uzlaşma” bölümleri kendinizi gerçek bir hayatın içine izinsizce girmiş gibi kötü hissedip utanacağınız kadar başarılı. Benzer şekilde çok parlak bir diğer bölüm üç arkadaşın bir hayat kadını ile geçen otel odasındaki sahneleri.
Finalinde kahramanımızın seçimi hakkında doğru veya yanlış yargısında bulunmuyor senaryo, sadece tüm film boyunca yaptığı gibi tanık olmamızı sağlıyor. Tarafsız bir havada kalmaya çalışan ve bunu başaran senaryonun bir erkek tarafından yazıldığı ve bir erkek gözü ile duruma baktığı açık yine de. Bunu özellikle kadının tüyler ürpertici bir gerçekçilik taşıyan ve pek çok erkeğe çok tanıdık gelecek sitem ve imalarında sezmek mümkün. İlave olarak senaryonun bir çözüm önermek veya bir doğruyu işaret etmek gibi bir amacının olmadığını sadece ezeli ve ebedi ve çözümsüz bir konuyu bir kez daha hatırlattığını belirtmekte yarar var. Tüm oyuncular ama özellikle Bogdan rolündeki Dragos Bucur’un yapaylıktan uzak oyunları filme çok şey katıyor. Özellikle Bucur ile aynı yaş ve konumdaki erkeklerin oyuncunun müthiş doğallığı sayesinde kendilerini veya çok yakın bir tanıdıklarını seyrettikleri hissine kapılmaları mümkün bu filmde.
Gerçek hayatlar ne kadar sıradansa veye ne kadar heyecanlı ise bu film de işte o kadar sıradan veya heyecanlı. Taşıdığı hafif eğlence havası ile de artı puan toplayan film, seyrederken eğlendirecektir de ama dikkatli seyredenler kendilerine tutulan aynada gördükleri resimden dehşete de kapılabilirler. Her dönemin kendi güzelliği var diyerek atlatmalı bunu. Aksi takdirde hayatın bir sonraki dönemine yumuşak geçiş için kendimizi inandırdığımız bu sözün aslında seçim hakkımız olsa belki de hiç yitirmek istemeyeceğimiz bir dönemden ebediyen uzaklaştığımızı gizlemek için uydurulmuş olduğunu anlayacağız.
(“Summer Holiday” – “Yaz Tatili”)