“Gittiğinizden beri hayatım bir bataklığa dönüştü. Geceler azap veriyor, gündüzler geçmiyor”
Bir ev kadınının rutin hayatından kaçıp mutluluğu arama hikayesi.
Çoğunlukla romantik komedi tadında ilerleyen film konusuna pek de bir orijinallik katmayan, kaçırdıklarını çok da geç olmadan yakalama telaşına düşen sevimli karakterini takip eden, komedi dozunu düşük tutup romantizme bir parça daha fazla ağırlık veren bir çalışma. Ödüllere boğulmuş bu filmin iyimserliği, sıcak havası ve iki baş oyuncusunun (Licia Magletta ve Bruno Ganz) keyifli oyunlarına yaslanan tavrı filmi çok da üst düzeyde bir kategoriye koymuyor doğrusu ama rahat seyredilen bir eser özetle.
Sakar kahramanımızın bir aksiliğin sonucunda başlayan hikâyesi temel olarak Venedik’te geçiyor ama yaratıcıları Venedik şehrini bir kartpostal dizisi olarak veya turistik görüntüler eşliğinde değil, yaşayan herhangi bir şehir olarak göstererek saygı duyulacak bir seçim yapıyorlar. Kahramanımızın kısa bir süre yalnız kalma arzusu ile başlayan ama kendisinden esirgediklerini, kaçırdığı mutluluğu ve mutsuz bir ev kadınından mutlu bir çiçekçiye dönüşme ihtimalini fark etmesi ile devam eden hikâyenin sevimliliğine ve sıcaklığına, ve hikâyeye serpiştirilen küçük/sevimli/garip karakterlere temelde bir itirazım yok ama tüm bunların toplamda kendisini seyrettirmeyi başaran bir film yaratma dışında farklı ve yeni bir dünyanın kapılarını aralamadığı açık. Giuseppe Battiston’un canlandırdığı yarı dedektif tesisatçı, Felice Andreasi’nin anarşist çiçekçisi veya Marina Massironi’nin masözü kendi içlerinde çekici karakterler ve keyifli bir şekilde canlandırılmışlar ama sanki filme ilginçlik katmak için eklenmiş gibi duruyorlar.
Ölmekte olan lale çiçeklerinin sembolizmi, başta Bruno Ganz olmak üzere samimi performanslar sunan oyuncuları ve Venedik sokakları ile bu film özellikle mutluluğu arayış hikâyelerini sevenler için.
(“Bread and Tulips” – “Ekmek ve Laleler”)