“Bar kadınlara göre bir yer değildir. Onların yeri kafe ve pastanelerdir. Barlar bizim alanımızdır”
Bir bar sahibinin ve ölümünden sonra barını çalıştırması için himayesine aldığı evsiz gencin hikâyesi.
İzlandalı yönetmen Dagur Kári’den önceki filmlerinin başarısının gölgesinde kalan bir çalışma. Çıkış yolu bulmaya çalışan gençlerin hikâyesini anlatmayı seven yönetmenin bu çalışmasında hikâye bu kez sadece gence değil ve hatta ondan da ağırlıklı olarak barın sahibi yaşlı adama odaklanıyor. Filme de adını veren gencin iyi yüreği ile yaşlı adamın hainliğe varan huysuzluğunun karşılıklı değişimini anlatmaya soyunan film bunu hedeflediği kadar etkili bir şekilde yapamıyor ne yazık ki.
Senaryonun temel sorunu hikâyedeki geçişleri yeterince iyi yapamaması ve olayların gelişimini havada bırakması zaman zaman. Yaşlı adamın neden özellikle bu genci seçtiği veya şiddetli tepki gösterdiği kadını daha sonra kolaylıkla benimsemesi gerekçeleri ile aktarılamayınca seyircinin filme ısınması da zor oluyor. Filmin sonlarındaki sert trajedi ise her ne kadar finaldeki yumuşak ve mutlu sonu hazırlasa da seyirciyi çok hazırlıksız yakalıyor ve bu durum bir çeşit aldatılmışlık hissi yaratıyor seyredende. Bu seçim filme gereksiz bir melodram/trajedi havası veriyor ki ne filmin öncesindeki sakin ve durağan anlatım ne de hikâyenin o ana kadarki gelişimi bu tercihi anlaşılır kılabiliyor.
Hemen tamamı ile New York’ta geçen filmde senaryo yaşlı adamın barı ile ilgili katı kurallarını, değişime gösterdiği direnci ve normal dünyaya uyumsuzluğunu vurgulamak adına olsa gerek pek çok tuhaf karaktere de yer veriyor hikâyesi boyunca. Örneğin berber ve terzi karakterleri sanki artık var olmayan ve hatta gerçeküstü bir dünyadan düşmüş gibiler. Bardaki tüm müşteriler de barın dışındaki dünya ile hiç uyum gösterememiş/gösteremeyecek karakterleri ile filmin bu tuhaf havasını artırıyorlar. Hasta yatağında yaptığı ve sevgisizliğinin ve huysuzluğunun dışavurumunun göstergesi olan konuşması ile yaşlı adamı ve sahip olduğu her şeyi rahatça paylaşabilen ve tam bir saf ve temiz yürek timsali olan genç adamı bir araya getirenin ne olduğu bir yana burada filmin en başarılı olduğu konu genç adamın herkes gibi olmaya başlaması ile ortaya çıkan hüznü gösterebilmesi. Hastalığı ciddi noktalara varan yaşlı adamın (pek de inandırıcı aktarılamayan bir biçimde) yumuşamaya başlamasına paralel olarak gencin sertleşmeye başlaması filme ihtiyacı olan çekiciliği veren en başarılı sahnelere kaynaklık ediyor.
Görüntüleri ile oldukça karanlık bir havası olan film finalde parlak Dominik güneşi ile aydınlık bir kapanış yapıyor ama bu aydınlık havanın gerçekleşmesi için “ödenen bedel” ağzınızda gereksiz bir acı ve sert tat bırakabilir. İki baş oyuncusunun uyumlu oyunu, atmosfere uygun müzikleri, yüreğini mutluluğa/sevgiye açmanın gerekliliği ve ince anlatımı ile yine de ilgi çekebilecek bir film bu. Dünyaya uyum sağlayamayan iki insandan birinin diğerine benzeyerek mutlu sona ulaştığı, diğerinin ise dünyanın iyi yüreklere tahammülü olmadığını gösteren sonu ile ilgiyi hak ediyor özetle.
(“Det Gode Hjerte” – “İyi Yürek”)