L’héritage – Géla Babluani / Temur Babluani (2006)

“Tabut büyükbabam için, yarın ihtiyacı olacak”

Bir miras işi için Gürcistan’a gelen üç Fransızın yaptıkları yolculuğun ve tanık oldukları garip bir kan davasının hikâyesi.

İki Gürcü yönetmen, baba Géla Babluani ve oğlu Temur Babluani tarafından çekilen ve başrollerden birinde ailenin bir diğer oğlu olan George Babluani’nin yer aldığı bir Fransa-Gürcistan ortak yapımı. Batıda özellikle 1992 tarihli “Udzinarta Mze – The Sun of the Sleepless” adlı filmi ile tanınan Temur Babluani sadece beş film çekmiş olmasına rağmen Gürcistan sineması için hayli önemli bir isim. Oğlu Géla ise “13 Tzameti – 13” adlı filmi ile topladığı büyük ilgiden sonra bu filmin alt yazı okumaktan hoşlanmayan veya okuyamayan Amerikalılar için aynı isimli ve gereksiz bir tekrarını çekmiş olan genç bir isim. İkilinin birlikte kotardıkları bu çalışma ise özellikle hikâyesinin ikinci yarısı ile birlikte belli bir çarpıcılığa kavuşan dikkat çekici bir film olmuş.

Ortalamanın altında bir süreye (77 dakika) sahip olan filmin bütününe bakıldığında çok daha kısa bir sürede anlatılabilecek bir hikâyeyi bir uzun metraj süresine uzatabilmek için kimi gereksiz karakterlere ve sahnelere yer verdiği dikkat çekiyor öncelikle. Belki de ilk sorulması gereken hikâyede üç Fransız karaktere neden gerek duyulduğu. Eğer amaç bir doğu ülkesindeki gelenekler ile Batılıların bakışını karşı karşıya getirmekse bunun için tek bir Fransız karakter yeterli olurmuş açıkçası ki bu durumda bile şehirli bir Gürcü karakterin de aynı zıtlığın yaratılmasını sağlayacağı açık. Yok eğer amaç hikâyenin en kritik teması olan “iyi niyetle bir yerel meseleye müdahele eden bir yabancının neden olduğu trajedi” ise, cevap yine aynı olacak: Tek bir Fransız yeterli idi bunun için. Orijinal olan senaryo vurucu bir kısa film senaryosunun havasını taşıyor ve film de mevcut süresinin belki de yarısı bir sürede o vuruculuğu çok daha çarpıcı bir biçimde getirebilirmiş karşımıza. Baştaki Tiflis bölümü, kimi yolculuk sahneleri ve görüntüye onca gelmesine rağmen hikâyede bir işlevi olmayan “dilsiz girişimci tüccar” karakteri filmden rahatça çıkarılabilirmiş bu durumda. Eleştirilebilecek bu temel seçimlere rağmen filmin belli bir başarıyı elde ettiğini teslim etmek gerekiyor yine de.

Filmin başından sonuna hüküm süren ve doğulu havasının daha da etkileyici kıldığı bir kara mizaha sahip film. Son 15-20 dakikalık bölümündeki sürpriz gelişme ve bu bölümdeki ustalıklı anlatım hem bu kara mizahtan besleniyor hem de seyirciyi beklenmedik bir yerden vurmayı başarak ağzınızda keskin bir acı tadın kalmasına neden oluyor. Kara mizahın olduğu bölümler tam da bu türe özgü bir durumu karşımıza getiriyor; tüm ciddiyeti ile karakterler hikâye içinde yaşarken siz bir gülümseme ile izliyorsunuz olan biteni. İnandıkları ahlâki ve toplumsal değerlere aykırı olduklarını düşündükleri bir “olayı” çok ilginç olacağı ve onlardan bağımsız olarak zaten gerçekleşeceği için filme çekmek isteyen Fransızlar üzerinden bir etik tartışmayı da, yapanlar kadar tanık olanlar da suçlu mudur, başlatır gibi görünen filmin hikâyesinin teşvik ettiği bir başka tartışma konusu daha var. Hikâyedeki karakterlerin Fransız (Batılı) olması akla yerel sorunlara müdahele eden batılı güçleri getiriyor ve istemeden neden oldukları da yabancı müdahelelerin vahim sonuçlarını çağrıştırıyor ama bu yöndeki bir okuma bu dışarıdan müdahelelerin iyi niyet içerdiğini varsayıyor ki böyle bir okumayı hemen kafanızdan uzaklaştırmakta yarar var.

Babluani ailesinin yazdığı, yönettiği ve oynadığı film kimi karakterleri ve epeyce bir bölümü atılsa çok daha başarılı olabilecek ama sonuçta bu hali ile yine de vurucu gelişmeleri ile hayli etkileyici bir eser. Géla Babluani’nin Jason Statham’lı Hollywood sularında fazla dolaşmamasını umarak yeni filmlerini beklemekte yarar var.

(“The Legacy” – “Miras”)

(Visited 307 times, 5 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir