Tiro en la Cabeza – Jaime Rosales (2008)

“Kahrolası polisler!”

Bir Bask’lı adamın İspanya’dan Fransa’ya uzanan hikâyesi.

“La Soledad” ve “Las Horas del Día” filmleri ile beğeni toplayan Katalan yönetmen Jaime Rosales’den deneysel veya daha doğru bir ifade ile ultra-deneysel bir çalışma. Tek bir cümle dışında duyulabilir tek bir diyaloğun yer almadığı film seyirciyi zorlayıcı ve içine girmesi hayli zor bir eser. Deneyselliğin de sınırı olmalı mı diye düşündürecek bir film.

Son bölümleri dışında oldukça yavaş bir tempo ile ilerleyen filmde kahramanı sıradan işleri yaparken ve hemen tamamen uzaktan yapılmış çekimlerle izliyoruz sürekli olarak ve bu arada konuşulan hiç bir şey duyulmuyor seyreden tarafından. Duyulan tek ses kamera o anda nerede ise veya kamerayı seyircinin yerine koyarsak seyreden olarak biz nerede isek o ortamın sesleri ama bu sesler de hemen hiç bir anında konuşmaları içermiyor ve hemen her zaman alçak tonda. Kimi zaman ise hiç ses gelmiyor seyredene. Uzaktan ve daha çok gizli kamera ile çekilmiş havası taşıyan görüntülerde zaman zaman karakterleri görmemize engel olacak şekilde araya başka objeler giriyor ve kamera bundan bir rahatsızlık duymuyor. Çok uzun bir süre boyunca bir hikâyesi de yok filmin. Kahramanı alışveriş ederken, birileri ile konuşurken, evinde kendi başına otururken veya kız arkadaşı ile öpüşürken gösteriyor kamera ve bu gösterdiklerinde “gerçek zamanlı” davranmaktan çekinmiyor. Tüm bunlar da filme “röntgenci” bir hava katıyor doğal olarak ve kimi zaman da bir rahatsızlık yaratıyor bu durum seyredende (ya da en azından röntgencilik eğilimi olmayan seyircide).

Sesin hemen tamamen yok edildiği film temel olarak ses ve görüntüden oluşan sinemada bu unsurlardan birini ortadan kaldırında diğerini doğal olarak çok daha fazla öne çıkarmış oluyor. Evet öyle oluyor ama bu durumda karşımızdaki görüntüde bizi cezbedecek bir şeyler aramak da doğal hakkımız olsa gerek. Film son bölümü dışında bunu da esirgiyor seyirciden. Tüm bunlar belki de bir anlamda filmin şaşırtıcı finalini daha vurucu hale getirmek ve etrafımızda olup biten ve bizi şaşırtan olayların kahramanlarının “sıradanlığını “vurgulamak için ama filmin bunu ne derece başarabildiği çok tartışmalı. Bu deneyselliğin neden olduğu en temel sonuç (eğer “sabırlı” seyircilerdenseniz) dudak okumayı öğrenme arzusunu hissettirmesi olsa gerek. Bu zor film üzerine yargıyı netleştirebilecek en kolay yol şu sanırım: Görüntülerin aynı kaldığı ama seslerin de duyulduğu bir versiyonu olsaydı bu filmin, onu nasıl karşılayacağınızı düşünmek. Bunun cevabı da karşımızdaki sessiz versiyondan farklı değil ise ki benim için öyle oldu, bu durumun film için bir olumlu yönü işaret etmediği rahatça söylenebilir.

Deneysel, dikkat ve konsantrasyon gerektiren bir film. İstanbul bienalinde gördüğümüz türden, sanatçının vardır bir bildiği herhalde dedirten ve özetle zor bir çalışma.

(“Bullet in the Head” – “Kafadaki Kurşun”)

(Visited 60 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir