“Hiç kadınları konuşurken gerçekten dinliyor musun? Dinliyor musun? Çünkü ben dinliyorum, kulaklarım tükenene kadar!”
Kuaförlük yapan bir adamın müşterileri ile yaşadığı aşkların hikâyesi.
Hal Ashby’den bir seks komedisi. “The Last Detail”, “Coming Home” ve “Being There” gibi filmlerin başarılı yönetmeninin bu çalışması Nixon’ın 1968’de başkanlığa seçildiği günde geçen hikâyesi ile dolaylı da olsa bir politik satir içeriyor ama hikâyede cinsellik politikaları meslekten politikacıların uzmanlık alanından daha önemli bir yer tutuyor. Hikâyenin satir özelliği kimi sahnelerde çarpıcı olmayı başarsa da film kalıcı bir etkiye sahip olamıyor ve üzerindeki ilgiyi sürekli kılamıyor.
Nerede ise gördüğü her kadın ile yatan adamın büyümeye ve ergenliğin o denetlenmesi güç arzularından sıyrılmaya çalışması filmin odak noktalarından biri ama ilginç veya komik olması hedeflenirken korkunçluğu ile dikkat çeken saç modeli ile Warren Beatty’nin canlandırdığı adama sempati duymak pek mümkün olmayınca, onun hareketlerinin açıklamasını büyüyememek olarak yapmak da sadece şımarıklık olarak algılanabilir açıkçası. Özellikle filmdeki hemen tüm kadınların aptallıkları veya daha politik bir kelime kullanmak gerekirse zayıflıkları ile öne çıktığını düşününce ve bu kadınların da adamımızın peşinden ayrılamadıkları dikkate alınınca, hikâyenin kendi satirini de unutup vasatın üzerine pek sık çıkamayan bir seks komedisi olarak adlandırılması mümkün. Evet bir seks komedisi ama iddia ettiğinin aksine çok da derinlere ulaşmıyor ve kuaförümüzün bir adamın hem karısı, hem metresi hem de kızı ile yatmasının yarattığı etki hedeflediği satirizm alanında değil komedi alanında oluyor sadece. Senarist Robert Towne, yönetmen Hal Ashby ve oyuncu Warren Beatty isimlerinin yan yana gelmesinin yarattığı beklentinin uzağına düşüyor film özetle.
Hikâyenin akışı gereği Beatty filmi sürükleyen isim ama oyunculuk açısından öne çıkan sadece o değil. Filmdeki rolü ile Oscar alan Lee Grant, Julie Christie, Goldie Hawn ve Jack Warden da üzerlerine düşeni yapıyorlar. 68’in şarkıları ile süslenen film Beatles’tan Neil Young’a, The Beach Boys’tan Jefferson Airplane’e ünlü isimlerin şarkılarını kulaklarımıza misafir ediyor ama tam olarak işlemeyen nedir söylemek zor olsa da şarkılar hikâyenin parçası olamıyor ve nostalji duygusu yaratmanın ötesine geçemiyorlar. Özellikle Julie Christie’nin şovu ile daha da öne çıkan yemek sahnesi gibi kimi oldukça başarılı sahneleri de var filmin ve bu sahnede hem karısı hem de metresini aynı anda idare etmeye çalışan Warden’ın performansı da takdir toplayacak derecede başarılı. Yine de örneğin hippiler ve onların çıplak havuz sefaları gibi klişelerden sıyrılamayan film, ne yeterince komik ne de yergisini yeterince geçirebiliyor seyirciye.
(“Sosyete Kuaförü”)