“Hayatta çalışmak, yemek yemek ve televizyon izlemekten başka şeylerin de olduğunu düşündünüz mü hiç?”
1973 İngiltere’sinde yollarını bulmaya çalışan, işçi sınıfından üç gencin hikâyesi.
İki İngiliz senarist, oyuncu ve yönetmen Ricky Gervais ve Stephen Merchant’ın birlikte yazıp yönettikleri bir film. Senaryosu “geçmişi hatırlıyorum” havasında olsa da filmin yaratıcılarından Merchant o tarihte henüz doğmamış, Gervais ise 12 yaşındaymış. Yine de filmin tüm havası birileri gençliğini anlatıyor havasında ve üstelik bu anlatılanların biz seyirciler için ne kadar çekici olduğu da tartışmalı. Birleşik Krallık’ta ekonomik, sosyal ve politik pek çok hareketin olduğu bir yılda, 1973’te geçen bir hikâyenin tüm bunları bir kenara bırakıp üç gencin yumuşatılmış anarşilerini anlatmaya soyunmasını da ciddiye almak pek mümkün değil.
Araya katılmış mizah tonlarının filme kimi katkılarda bulunduğunu söylemek mümkün olsa da kendi başına bile yeterince etkileyici olamayan dramatik yanının bu mizahtan dolayı daha da zayıf düştüğünü söylemek gerek öncelikle. Esprilerinden yan hikâyelerine, karakterlerinin pek çoğundan diyaloglarına zaman zaman klişeler geçidi halini alıyor film ve şaşırtmayan sürprizleri ile de kimi anlarında sıkıyor açıkçası. Derinlik arayanlara göre değil bu film ve kimi fırsatlarını da hoyratça harcamış. Örneğin sigortacıların yıllık toplantısındaki emekli olan sigortacı sahnesi ve bu toplantının balosu filmin tüm derdini özetleyebilecek çarpıcı anlara sahne olabilecekken, vasata kayan oyunculukları, oyuncunun ağzından çıkmadan tahmin edebileceğiniz diyalogları ve üstüne de klişe bir “genç adam sahneye fırlar ve ruhsuz yaşlıları dans ettirir” sahnesi ile yazık ediyor kendisine. Olan da hem bu sahnede hem de aslında tüm filmde burada ne arıyorum der gibi şakınlık içinde gezinen Emily Watson’a oluyor ama filmde elle tutulur tek performans da sadece bu muhteşem oyuncudan geliyor.
Olayların geçtiği “Cemetery Junction” kasabasının ruhsuz ve sıkıcı bir yer olduğu iddiasında film ama vatandaşları Morrissey’in “Everyday is Like Sunday” şarkısından haberdar değil herhalde bu ikili. “Everyday is like Sunday / Everyday is silent and grey” sözlerini hak eden bir kasaba değil burası; aksine küçük ve sevimli bir kasaba karşımıza getirilen. Zaten kahramanlarımızdan ikisi kalmayı seçerken, bir diğeri de muhtemelen geri döneceği bir yolculuğa çıkıyor sadece. Arada 70’lerin klasik şarkıları, sevimlilikleri ile idare eden genç oyuncuları, yeterince işlenememiş olsa da emeklinin trajedisi ve Emily Watson için göz atılabilir yine de. Keşke film gereksiz mizahını bir kenara bırakıp, emeklinin dramından da yola çıkarak düzene başını onaylamaz bir şekilde ve çekingen bir biçimde sallamak yerine, o düzene bir yumruk atmayı deneseymiş. “Saturday Night and Sunday Morning” filminden esinlendiğini söyleyen bir filme de yakışan “genç öfkelileri” anlatmaktı, mızmız gençleri değil.
(“Mezarlık Kavşağı”)