“Bay Rodriguez, tek başınıza iki çocuk yetiştirdiğinizi biliyorum ve bunun zorluklarının da farkındayım ama size söylemem gerekiyor ki sanırım benim kız ve sizin oğlan kötü şeyler yapıyorlar”
İki küçük çocuğunu New York’ta yaşadıkları yoksul hayattan kurtarmak için ince bir plan hazırlayan Porto Riko’lu bir göçmen adamın hikâyesi.
Arthur Hiller’dan baş roldeki Alan Arkin’in kelimenin tam anlamı ile sürüklediği bir komedi. Özellikle New York’ta geçen ilk bölümü hayli dinamik, eğlenceli ve komik olan film Florida bölümünde hem temposunu yitirmeye başlıyor hem de Arkin’in oyunculuğunun dozu senaryonun düşen komedi seviyesinin açığını kapatmak için bir parça abartıya kayıyor. Belki de hikâyenin tam da vermek istediği mesaj vurgulanıyor böylece; kahramanlarımızın yaşadığı New York’un Latin mahallesi tüm kaosuna, tehlikelerine ve yoksulluğuna rağmen Florida’nin yapay zenginliğine tercih edilmeli.
Çocuklarına iyi bir gelecek sağlamak için üç ayrı işte çalışan adamın bir yandan da onları yaşadıkları yerin tehlikelerinden korumak için aldığı önlemler ve verdiği mücadeleler filmin ilk yarısını renklendiren unsurlar ama filmin bu bölümlerini asıl parlatan adamın iki çocuğu ile karşılıklı sahneleri. Örneğin posta kutusunu kimin kırdığı sorusu ile başlayan “sorgulama ve itiraf ettirme” sahnesi Arkin’in dinamik oyununun, çocuk oyuncuların ona başarı ile ayak uydurmasının ve elbette diyalogların katkısı ile gülmeyi garantileyen anlara sahip. “Özgür Küba” cemiyetinin toplantısı veya kahramanımızın bozulan bir tesisatı onarmak için geldiği otelde yaşadıklarından özellikle ikincisi daha çarpıcı olabilecekken üzerinde yeterince çalışılmamış havası ile hedeflendiği kadar etkili olamıyorlar. Filmin dramın ağır bastığı ikinci yarısı ise hem hikâyenin inandırıcılığını bir parça yitirmesi hem de belki de dramı dengelemek için Arkin’in oyunculuğundaki komediyi artırması nedeni ile ilk yarının hayli altında kalıyor sinemasal açıdan. Öyle ki ilk yarının hayat dolu dinamizmi ikinci yarıda yerini Walt Disney’in bir zamanlar aileler için bolca çektiği televizyon filmlerinin sıradanlık dolu havasına bırakıyor. Kimi anları ile hayli parlak olan senaryonun bazı anlarda da hayli yüzeyselliğe kapılması ilginç; hemen tüm hastane sahnesi örneğin sanki yukarıda bahsettiğim sorgu sahnesini veya peşinde kendisini kovalayan onlarca çocuktan kaçan kahramanımızın sahnesini yazan kişiler tarafından değil de sıradan televizyon filmlerinin senaristleri tarafından yaratılmış gibi duruyor. Yönetmen New York bölümü sona ererken kamerayı klasik film sonlarında olduğu gibi yavaş yavaş uzaklaştırırken, takip eden Florida bölümünde farklı havada bir film seyrettireceğini de vurgulamış adeta.
Amerikan rüyasına yeterli olmasa da kimi dokundurmaları, Küba’yı komünizmden kurtarmaya yeminli “Özgür Küba” yanlılarının fanatizmi ile dalga geçebilmesi, Arkin’in özellikle ilk yarıdaki zaman zaman Peter Sellers’ı hatırlatan oyunculuğu ve yine ilk yarısındaki kaosu ile görülebilir bir film karşımızdaki. Senaryo ilginç karakterlerini daha derin işleyesebilseymiş, inandırıcılığını ve komedisini koruyup Walt Disney yüzeyselliklerine kapılmasaymış çok daha iyi olurmuş kuşkusuz.
(“Sevgili Babamız”)