Cea Mai Fericita Fata Din Lume – Radu Jude (2009)

“Adım Delia. Dünyanın en mutlu kızıyım. Üç adet karışık meyve suyu kutusunun etiketini gönderdim ve bu muhteşem arabayı kazandım. Siz de hemen gönderin”

Katıldığı bir çekilişte kazandığı arabayı alabilmek için bir ürünün reklamında oynaması gereken bir kızın ve ailesinin hikâyesi.

Romanya sinemasının Yeni Dalga akımından bir örnek. Yönetmen Radu Jude’nin filmi akımın diğer örneklerinde olduğu gibi gerçek hayatın içinden çekip alınmış gibi görünen karakterleri ile sıradan görünen bir hikâyeyi doğal oyunculuklar ve gerçekçi diyaloglar ile anlatırken, hikâyesini yaşandığı düzenin bir eleştirisine büründürmeyi de başarıyor. Başlangıçtaki kısa yolculuk dışında tüm film sokakta çekilen reklam filminin setinde geçiyor ve iki temel hikâye izliyoruz: reklam filminin usandırıcı çekimi ve kızlarını kazandıkları arabayı satarak yatırıma dönüştürmek için ikna etmeye çalışan anne ve babasının çabası.

Eski Doğu Bloku ülkelerinin süratle savruldukları kapitalizm ile yüzleştiklerinde ortaya çıkan durumlar bu ülkelerin pek çoğunun sinemasında gözde bir tema son yıllarda. Tam zıddını yaşadıkları (ve aslında yaşamaya zorlandıkları) bir ekonomik düzenden tüketim toplumu olmanın en uç noktasına savrulan bu toplumların hikâyelerinin henüz tam anlamı ile doyurucu biçimde ele alındığı söylenemez belki ama bu örnekte olduğu gibi örneğin Rumen sineması sinemanın dilini kullanarak konuyu sanatsal biçimde gündeme getirmeyi başarıyor. Tüm süslü sözler ve parlak görüntülerin arkasında reklâmın temel olarak tek bir amacı, bir ürünü sattırmayı ve bunun için de öncelikle ihtiyacı “yaratmayı” hedeflediği ve bu yönü ile de tüketim toplumunun olmazsa olmaz bir öğesi olduğu bir gerçek. Filmde de yönetmenin defalarca gösterdiği gibi hikâyemizdeki reklam çekimi de aslında bunu vurguluyor. Meyve suyu içerek dünyanın en mutlu insanı olunabileceğini anlatan reklam filmi söylediğinin yalan olduğunu kendisi de biliyor, bunu seyreden/dinleyen tüketiciler de bunun yalan olduğunu biliyor ve bu karşılıklı birbirini aldatma tüm bir dünya düzeninin de üzerinde durduğu temel noktalardan biri oluyor yine de. Hikâyedeki kızın onlarca kez içmek zorunda kaldığı ve renginin daha gerçek (kendisinden bile daha gerçek) görünmesi için içine kola katılan meyve suyunun üzerinden ve defalarca tekrarlanan ve bu nedenle de her defasında gittikçe daha fazla saçma görünmeye başlayan repliklerin üzerinden film sıkı bir tüketim eleştirisi yapıyor. Bu eleştirinin bir diğer boyutu da araba üzerinden yürütülüyor. Arabanın kendisinde kalması için ısrar eden kız ile arabayı satmayı onaylaması için kıza baskı yapan ailesinin çatışması ve bu çatışmanın tam bir ticari işlem niteliğini kazanıp pazarlığa dönüşmesi de tüketimin/kazanmanın/zengin olmanın tüm insani ilişkilerin, değerlerin nasıl da önüne geçebildiğini göstermesi açısından senaryonun hayli ilginç ve başarılı bir yanı.

Kendisi de reklam sektöründe çalışmış olan Jude, temposundan kurgusuna ve çerçevelemelerine bir reklamda ne görüyorsak tam zıddını sunuyor bize film boyunca. Görüntüler “mükemmel” (reklamlardaki gibi hedefi vurma anlamında mükemmel) değil ve seyredenin gözünü boyamaya çalışmıyor, hatta zaman zaman kamera ile onun görüntülediği obje arasına filmin belgesele yakın havasını da destekleyecek şekilde başka objeler girebiliyor. Tempo gerçek hayattaki gibi; reklamların paketlenmiş ve temizlenmiş hayat dilimlerinden çok farklı bu anlamda. Tekrarlardan ve sessiz anlardan çekinmiyor yönetmen Jude. Diğer pek çok son dönem Rumen filminde olduğu gibi “basit” bir film bu; film çoğunlukla diyalogların başarısı ile yürüyor, kamera gösterişli hareketlere girişmiyor ve mekan sayısı çok sınırlı örneğin. Yine bu filmlerde olduğu gibi derdi olan bir senaryo ile karşı karşıyayız ama bu dert büyük laflar etmeden ve “sıradanlığın” sağladığı gerçekçilik ile sunuluyor seyredene. İşte bu senaryo sevginin karşılıklı çıkarlara dayandığı ve örneğin anne ve babanın arabanın satılmasına izin vermediği için sevgilerini kızlarından rahatça esirgeyebildiği bir dünyayı sergiliyor. Bu sergilemeyi yaparken açılışta Pet Shop Boys’un “Rent” şarkısından da (“I love you, you pay my rent”) yararlanıyor.

Hikâyenin uzun değil de orta metrajlı bir filmin süresinde de anlatılabileceği ve dolayısı ile tekrarların ve boşlukların hikâyede kullanıldığı dozunun doğru olup olmadığı tartışılabilir olsa da, filmin doğal oyunculuklardan da aldığı destekle seyirciye sade ve yalın bir ayna tuttuğunu ve kesinlikle ilgiyi hak ettiğini söylemek gerek.

(“The Happiest Girl in the World” – “Dünyanın En Mutlu Kızı”)

(Visited 230 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir