“Benimle gurur duymamalısın anne; korkunç şeyler yaptım”
Savaştığı Bağdat’tan Teksas’a geri dönen bir askerin yaşadığı uyum problemlerinin hikâyesi.
Amerikalı yönetmen Ryan Piers Williams’ın ilk uzun metrajlı filmi savaştan sonra eski hayatlarına geri dönen askerler üzerine sinemanın pek çok örneğini verdiği türden bir çalışma. Kimi sorunlu yanları olsa da film kendisini seyrettirmeyi başarıyor ve türünün klasikleri arasında giremeyecek olsa da başta sinemadaki ilk baş rolünü oynayan Ryan O’Nan’ın ekonomik ve samimi oyunu olmak üzere farklı öğeleri ile ilgi çekmeyi başarıyor. Yeni bir şey söylemeyen ama eski de olsa söylemlerini doğal ve içten bir dille aktarmayı deneyen ve kimi anlarında da bunu başaran bir film özet olarak.
Yaşadığı travma nedeni ile içinde bulunduğu kritik bir çatışma anını hatırlamayan adamın özellikle kâbuslar gördüğü uykularında yaşadığı travmasını, film, Ryan O’Nean’ın başarılı oyunu sayesinde altını fazla kalın çizgiler ile çizmeden sergileyerek doğru bir seçim yapıyor. Yönetmen Williams kendi yazdığı senaryoda savaştan sonra evine dönen bir askerin başına gelebilecek en kötü şeyleri (savaştan dönen ve travmaları olan bir askerin çalışması gereken en son yerde, bir mezbahada işe başlaması, aile içi problemler, bir ölüm ve neden olduğu trajik olayı hatırlama vb.) peş peşe sıralamasına rağmen korkulanın aksine hikâyesinde inandırıcılığı korumayı başarıyor ki bu da az bir başarı değil. Williams’ın sık sık başvurduğu el kamerası kullanımı ve yakın plan çekimleri de hikâyenin gerçekçiliğinin algılanmasına katkıda bulunuyor, her ne kadar özellikle kamera kullanımında fazla bir yaratıcılık bulunmasa da. Bu tercihlerin bağımsız Amerikan filmlerinin havasını kattığı çalışmanın senaryosunun temel problemlerinden biri, gelişmeleri daha çok televizyon filmlerinin havasına uygun bir şekilde fazlası ile düz ve bazen de yüzeysel anlatıyor olması. Buna Çehov’un “tabanca görünüyorsa patlamalıdır” kuralına uygun yaklaşımları da eklersek bu yüzeysellik daha iyi anlaşılabilir.
Senaryonun kimi anlarındaki sıradanlığı dışında daha “tehlikeli” bir tavrı var, üzerine bir şeyler söylenmesi gereken. Evet film savaştan dönen bir askeri anlatıyor ve sadece bu tanıma uygun davranıp o bireye odaklanması anlaşılır bir tercih ama Irak savaşı gibi çok sıcak bir olay söz konusu burada ve hikâyenin herhangi bir anında o askerin ağzından savaşın karşı tarafı üzerine veya orada ne aradıkları üzerine tek bir söz veya düşüncenin dile getirilmemesi kabul edilir bir durum değil. Karşı tarafın bahsinin geçtiği tek sahnede de “düşmanın” Amerikalı askerleri tuzağa düşürmek için bir kadını yaralayıp yola bırakan canavarlar olduğunu söylüyor film ve bu ifadeler de sadece bir askerin sözleri olmaktan çıkıp aslında filmin duruşunun da örneği oluyor. Filmin kendisine ad olarak aldığı çorak toprakların Irak çölleri değil, Teksas olması da bu durumu hafifletmiyor açıkçası. Hikâyedeki bir başka problem de baş karakterin hatırlamadığı gerçeği keşfetme çabasını odağına alır gibi davranması ama bu temaya filmin diğer temalarından daha fazla önem veren bir yaklaşımı da gösterememesi. Böyle olunca da film sahip olabileceği bir başarıyı kendi eli ile itmiş oluyor. Son olarak filmin hikâyenin bir noktasından sonra aldığı “yol filmi” havasının da çok fazla işler görünmediğini söylemek gerek.
“Hair” filmindeki Claude Hopper Bukowski karakterinin savaşa gidip travma ile geri dönmüş hali denebilir baş karakterimiz için. Film bu karakterin “çorak” olduğunu söylediği Teksas topraklarındaki işçi sınıfı köklerini ele alıp onun üzerine hikâyesini kurmuş olsa başka yerlere gidebilirmiş gibi görünüyor ama yine de Ryan O’Nan’ın oyunculuğunun da katkısı nedeni ile kendisini seyrettiriyor. Buna karşılık filmin yukarıda sıraladığım kimi eksikliklerinin sonucu olarak kalıcı olamayacağı da çok açık. Kapanış jeneriğinde adları verilen Internet sayfalarının da açıkça vurguladığı gibi fazlası ile “devlet” odaklı olan bakışını ve ordunun doktor albay karakteri üzerinden sergilenen “iyi” karakterini ise görmemezlikten gelmek en iyisi. Aksi takdirde Teksas’ın işçi sınıfından bir gencin Bağdat’ta ne aradığını hiç sorgulamayan ve travmanın asıl bu kaynağını hiç gündeme getirmeyen filme, gerekçe ne olursa olsun olumlu yaklaşmak imkânsız olur.
(“Çorak Topraklar”)