“Bu onun bana hiç yazmadığı ilk aşk mektubu”
On dört yaşındaki iki kız, onlardan birinin aşık olduğu garip bir piyanist ve gelişen komik olayların hikâyesi.
Amerikan sinemasının televizyon ve sahne kökenli yönetmenlerinden ve daha sonraki yıllarda art arda çekeceği “The Sting”, “Slaughterhouse-Five” ve “Butch Cassidy and the Sundance Kid” filmleri ile hayli başarılı bir seyir çizen yönetmen George Roy Hill’in ilk dönem filmlerinden biri. Peter Sellers’ın varlığına rağmen asıl olarak iki genç kızın filmi olan çalışma ilk yarısında bir Walt Disney aile filmine yakın dursa da ve ikinci yarısında da gençlik filmi olmakla bir Sellers filmi olmak arasında kalmış görünse de özellikle ikinci yarısında eğlendirmeyi başaran, hafif ve keyifli bir film.
Oyunculuk kariyerleri çok kısa süren iki genç oyuncu, Merrie Spaeth ve Tippy Walker’ın sürükledikleri ve 1964 yılında Amerika’nın resmi seçimi olarak Cannes ‘da Altın Palmiye için yarışan film Cannes’ın bugün çağrıştırdığı sinemasal biçim ve içerikten uzak ve genel olarak Hollywood kalıpları içinde hareket eden bir eser. Başlangıçta Walt Disney’in aile filmlerini fazlası ile çağrıştıran film hem kazandığı tempo hem de Sellers’ın katkısı ile ivmeleniyor ve daha eğlendirici ve kayda değer bir hal alıyor. Nora Johnson’ın kendi romanından yola çıkarak babası ve ünlü senarist/yönetmen Nunnally Johnson ile birlikte yazdığı senaryo, hikâye kurgusu olarak yeterince sürükleyici ve ilgi çekici olmakla birlikte, Sellers karakteri ve aslında Sellers’ın kendisi filme hem ciddi bir katkıda bulunuyor hem de filmin odağını saptırıyor biraz. Senaryo Sellers’a pek de yardımcı değil aslında; iki genç kız yüzünden aşık olduğu evli kadınla bir türlü birlikte olamaması dışında senaryo kendisine yeterince mizah malzemesi sağlamıyor çünkü. Filmin en komik anlarından biri olan sahnede evine gelen kadını baştan çıkarmaya çalışan Sellers’ın oyunculuğu komediyi asıl yaratan ve sanatçının benzer şekilde film boyunca iki farklı aksanla konuşması gibi tercihler de yine onun kişisel şovu örneğin. Sellers’ın piyanist karakterinin soyadı Orient ve bu kelime hikâyedeki kimi doğulu öğelerin de açıklayıcısı oluyor. İki kızın taktıkları Çin usulü hasır şapkalar veya Doğu geleneklerini çağrıştıran tütsüler hikâyenin bu kelime oyununun bazı örnekleri.
Üç yıl sonra, 1967’de müzikal olarak yine George Roy Hill tarafından sahneye de uyarlanan film iki genç kızın büyüme ve ilk aşk hikâyesini anlatırken yeni pek bir şey söylemiyor ama 60’ların özgür ruhundan soluk da olsa bazı esintiler taşımıyor değil. Bu iki baş karakterin tüm dış sahnelerindeki dinamizmleri ve zaman zaman yavaşlatılmış çekimlerle görüntülenen atlayıp zıplama ve uçma kareleri ve kızlardan birisinin annesinin ve onun gibi boşanmış bir kadın arkadaşın aynı evde mutlu bir hayat sürmelerinin gösterilmesi (herhangi bir cinsel iması yok filmin bu konuda kesinlikle ama erkeksiz bir mutlu ve sıradan ailenin sergilenmesi dönemin Hollywood’u için yeterince radikal) filme bir uçarılık katıyor. Filmin John Barrymore’dan Gregory Peck’e sinemaya yaptığı kimi göndermelerde romanın yazarı Nora Johnson’ın babasından dolayı sinema dünyasının içinde büyümesinin de katkısı olsa gerek.
Ünlü film müzikçisi Elmer Bernstein’ın filmin komedi, hayaller ve kalp kırıklığı atmosferine uygun havasını destekleyen ama bugünün sinema anlayışına göre biraz yoğun kullanılmış gibi duran müziği hikâyenin rahat akmasını sağlayan başarılı bir çalışma olarak dikkat çekiyor. Bu müzik eşliğinde anlatılan hikâye on dört yaşlarındaki ve hayal güçleri hayli gelişmiş iki genç kızın büyümesi sırasında yaşanan sorunları gereğinden yumuşak bir hikâye ile anlatıyor gibi görünebilir ama sonuçta karşımızdaki komedisi ağır basan bir dram. Kızlardan birinin annesi rolündeki Angela Lansbury’nin sağlam oyunu ile karşımıza getirdiği duygusuz anne rolü ile de ilginç olan film, davranışları asıl tehlikeli olanların genç kızlar değil yetişkinler olduğunu vurgulamasıyala da ilgi toplayabilir. Rolü kızların rollerinin yanında ikinci planda kalmış gibi görünse de Peter Sellers’ın varlığı da başlı başına yeterli olabilir kimileri için; avantgart piyano konçertosunu orkestra ile birlikte çaldığı sahne örneğin, kesinlikle eğlendirecektir. Sellers’ın karakterinin ve yarattığı mizahın filmin asıl karakterleri ve hikâyesi ile yeterince kaynaşmaması ise ayrı bir konu ve filmin zayıflığı elbette.
(“Henry Orient’in Dünyası”)