The Honey Pot – Joseph L. Mankiewicz (1967)

“Parayı çok iyi tanırım; asla yeteri kadar yoktur”

Zengin bir adamın eskiden ilişkisi olduğu üç kadını ölmekte olduğu yalanı ile yanına çağırması sonucu gelişen olayların hikâyesi.

Amerikan sinemasının başarılı ve bol ödüllü yönetmeni Joseph L. Mankiewicz’den komedisi de olan bir polisiye. Rex Harrison, Susan Hayward, Cliff Robertson, Capucine, Edie Adams ve Maggi Smith’den oluşan ana kadroya İtalyan oyuncu Adolfo Celi de eşlik etmiş ve ortaya Venedik’te geçen, belki pek de önemli olmayan ama seyri hoş bir film çıkmış. Hikâyesi ve gelişimi ile Poirot karakterinin geri planda kaldığı bir Agatha Christie romanını çağrıştıran filmin senaryosunu, Mankiewicz üç ayrı eserden uyarlamış; Shakespeare ile aynı dönemde yaşamış ama onun gölgesinde kalmış İngiliz sanatçı Ben Jonson’ın “Volpone” adlı oyunu, “Wait Until Dark” ve “Dial M for Murder” gibi filmlere de kaynaklık etmiş tiyatro oyunlarının sahibi ABD’li yazar Frederic Knott’un “Mr. Fox of Venice” adlı oyunu ve Thomas Sterling’in “The Evil of the Day” adlı romanı gibi üç farklı kaynağı birleştirmiş Mankiewicz ve biraz gereğinden uzun olsa da seyircinin ilgisini çekebilecek bir film çıkarmış.

Senaryonun kaynakları olan tiyatro oyunlarının havasından gelen bolca diyalog ve kısıtlı mekan kullanımı ile dikkat çeken film, kadronun başarılı takım oyunu ve seyirciyi peşinden sürükleyecek “kim yaptı/nasıl yaptı” soruları ile olası bir monotonluğu kırmayı başarıyor. Her ne kadar Cliff Robertson’ın ciddilik veya “cool” bir tavır ile donukluğu karıştırmış görünen oyunu bir kenara bırakıldığında kadronun oyunculuğu belki çok parlak olarak nitelendirilebilecek bir düzeyde değil ama kesinlikle tam bir takım oyunu veriyorlar ve karakterlerinin yerine kendimizi koyabilmemizi sağlıyorlar; olan biteni, ölümleri ve kimin neyi neden yaptığını kendileri ile birlikte bizim de sorgulamamızı sağlıyorlar ki bu filmin hikâyesi için gerekli olan tam da bu. Mankiewicz usta senaristliğini karakterlerin diyaloglarında da gösteriyor ve özellikle ikili sahnelerde konuşmaların fazlalığını unutturacak zenginlikteki içerikleri ile seyircinin sıkılmamasını sağlıyor. Herkesin birbirinden kuşkulandığı hikâyelerden biri karşımızdaki ve öyle çok da ahım şahım değil belki ama kendisini sıkmadan izletmeyi başarıyor.

Ölmekte olduğunu düşündükleri adama üç kadının da hediye olarak saat alması ve gençliğinde dansçı olmayı hayal etmiş ama başaramamış adamın Ponchielli’nin “La Gioconda” operasından “Saatlerin Dansı” adlı bölümün müziği eşliğinde film boyunca sık sık dans etmesi filmin zaman kavramı ile bir derdi olduğunu gösteriyor ama açıkçası bu derdin ne olduğunu, bunun sadece öylesine bir espri olarak mı filmde yer aldığını anlamak pek mümkün değil. Fellini ve Antonioni filmlerindeki çalışmaları ile tanınan usta görüntü yönetmeni Gianni Di Venanzo ve onun çekimler sırasında ölmesi üzerine işi devralan bir başka usta isim Pasqualino de Santis’in başarılı görüntüleri de atmosferi destekliyor. Fazla uzun olması, hikâyedeki şaşırtmaların bir süre sonra fazlalığı ile yorması ve kafa karıştırması ve aynı mekan içindeki karakterlerin yüzleşmelerinin gerek senaryodan gerekse mizansenlerden dolayı yeterince güçlü ve etkileyici olmaması filmi zaman zaman sıradanlaştırıyor belki ama bu tür polisiyelerden hoşlananlar için ilgi çekebilecek bir çalışma özet olarak. Sondaki romantizme dayalı tuzak biraz zorlama olsa da genel olarak finalin yeterince sürprizli olduğu da söylenebilir. Capucine’nin güzelliği ve günümüzün usta ismi Maggie Smith’in genç hali de ilave bir ödül olacaktır seyredenler için.

(“Bal Kutusu”)

(Visited 99 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir