“Kendimize ne derdik? Ne öğrenirdik kendimizden? Kendi dışımıza çıkıp kendimize bakabilsek, gerçekten ne görmek isterdik?”
Dünyamızın her anlamda ikizinin keşfedildiği bir gece, trajik bir kazaya neden olan genç bir kızın hikâyesi.
Amerikan bağımsız sinemasından “paralel hayatlar” üzerine düşünceler de içeren bir dramatik bilim kurgu filmi. Mike Cahill ilk sinema filminde senaryoyu baş rolü de verdiği Brit Marling ile birlikte yazmış ve suç, pişmanlık, affetme ve ikinci bir şansa sahip olma olasılığı üzerine özellikle finali ile sorular yaratan bir eser ortaya çıkarmış. Yine 2011’de çekilen “Melancholia” ile yeni bir gezegenin keşfi ve bunun hayatlarımız üzerindeki etkisi gibi ortak özellikleri de olan filmde “ikinci dünyanın” kopyası dışında hemen hiç görsel efekt kullanılmıyor ve ağırlık işlediği suçun yükü altında ezilen kıza, bu kazada tüm ailesini kaybeden adama ve aralarındaki ilişkiye veriliyor. Sakin bir dille anlatılan, mizansen anlayışı açısından bağımsız sinemanın izinden giden ve sık sık bir Avrupa filmini hatırlatan yapısı ile ilginç bir film.
Sinema forumlarında filmin sonunun ne anlama geldiği, ikinci bir dünyanın ve hatta kazanın gerçekten olup olmadığı üzerine hayli ateşli tartışmalar olmuş. Paralel hayatlar olasılığını odağına alan bir filmin bu tür tartışmaları kışkırtması doğası gereği hayli kolay olsa gerek. Film sadece bu kolaylığa dayanmayıp, hikâyenin baş karakteri olan kızın yaşadıklarına ve hissettiklerine seyirciyi ortak kılmayı da başarıyor ve kendisini ilgi ile izletiyor. Kendimizden bir tane daha var olması fikri elbette çekici bir konu; bu ikinci “ben” ile karşılaşmak, onunla konuşmak bir anlamda da kendimize dışarıdan bakmak anlamına geliyor ve bunu yapabilmek de insanın yaşayabileceği en müthiş deneyimlerden biri olurdu herhalde. Aslında film insanın kendisi ile olan derdi üzerine kuruyor hikâyesini arka planda. Kızın temizlik yaptığı okulda çalışan kızılderili kökenli yaşlı adamın, her yerde kendisini görmekten sıkıldığı için gözlerine çamaşır suyu dökerek kör etmesi ve ardından (herhalde kendisini duymamak için) aynı yolla kendisini sağırlaştırması hikâyenin sanki asıl odağını vurguluyor bize. Bu vurguyu dünyamıza hâkim olan ve kurulu tüm düzenlerin de sürekli beslediği bir şeyin, insanın bireyselliğinin tek önemli ve değerli gerçek olduğu algısına bir itiraz olarak yaptığını düşünüyorum filmin yaratıcılarının. Sadece kendimize, kendi yaptıklarımıza/yapmadıklarımıza, kendi hissettiklerimize, kısacası kendimiz ile ilgili her şeye bu kadar dönük yaşamaya bir eleştiri getiriyor film. İkinci dünyanın varlığı da işte burada devreye giriyor; kendimize dışarıdan bakma ve hep içeriden bir bakışla gördüğümüz, değerli kıldığımız, yücelttiğimiz varlığımıza dışarıdan bir gözle bakma fırsatı sunuyor bize bu paralel dünya.
Hikâyenin bu felsefe yanı bir kenara bırakılırsa, film tıpkı baştaki kaza sahnesinde olduğu gibi basit ve net bir biçim ile sergiliyor anlattıklarını. Filmin görüntü yönetmenliğini de üstlenen ve görsel efekt uzmanı olarak da çalışan Cahill birkaç kısa sahnedeki yavaşlatılmış görüntü veya çarpıcı bir güneş ışığında dans eden toz görüntüleri (Angelopoulos’un “I Skoni Tou Hronou – Zamanın Tozu” filmini hatırlamamak mümkün değil) dışında yalın bir film koymuş ortaya. Brit Marling’in duygu, adamı oynayan William Mapother’in ise mantığın ağır bastığı oyunları ikili arasındaki suç ve affetme üzerine ve suçtan bağımsız sıcak bir aşk hikâyesine dayalı ilişkilerini elle tutulur ve ilgi çekici kılıyor. Ne var ki filmin kusurları da eksik değil açıkçası. Hikâye açtığı konuların üzerine yeterince derinlikte inemiyor örneğin ve değinir gibi olduğu konulara sadece “giriş dersi” seviyesinde dokunabiliyor. Kimi gelişmeleri inandırıcılıktan uzak olan senaryo, bazı karakterleri, örneğin kızın ailesini hikâyeye yeterince yedirememiş de görünüyor. Bunlara kızın adamın evini temizlemesindeki aşırı sembolizmi de katabiliriz. Yine de karşımızda ilgiyi kesinlikle hak eden, melankoliye yakın bir hüznü barındırması ile önemli, iyi oynanmış ve yalınlığı ile dikkat çeken bir film var. Tam olarak dillendiremese de gündeme getirdiği sorular da cabası.
(“Başka Bir Dünya”)