“Onunla neden evlendiğimi sana hiç anlattım mı? Babası çok, çok zengindi… ve çok, çok hastaydı”
Nefret ettiği ve öldürmeyi planladığı karısı iş hayatında kendilerine kazık attığı genç çift tarafından kaçırılan zengin bir adamın istenen fidyeyi ödememeye karar vermesi ile gelişen olayların hikâyesi.
ABD sinemasının birlikte yaptıkları çalışmaları ile tanınan ZAZ üçlüsünün (David Zucker, Jim Abrahams ve Jerry Zucker) birlikte yönettikleri üç filmden sonuncusu (diğerleri “Airplane! – Uçak” ve “Top Secret). Bu üçlü farklı roller (yapımcı, senarist vs.) üstlenerek birlikte çalıştıkları 80’li ve 90’lı yıllarda çoğu hit olan pek çok esere imza attılar. Diğer çalışmalarının aksine üçlünün bu kez katkı sağlamadığı senaryo O. Henry’nin “The Ransom of Red Chief” adlı hikâyesinden esinlenmiş ve diğer ZAZ filmlerinin aksine “slap-stick” türünden çok fars olarak adlandırılabilecek bir içeriğe sahip ve dolayisiyle diğer filmlerin çılgınlığından da uzak durmuş biraz. Danny DeVito ve Bette Midler’ın sürüklediği film 80’lerden bugüne komikliğini nispeten korumayı başaran, kesinlikle eğlendiren ve zamanı keyifli geçirmenizi sağlayan bir film ama kusurları da yok değil.
80’lerin popüler şarkılarından bolca nasipleniyor filmimiz ve Mick Jagger’dan Bruce Springsteen’e ve Billy Joel’den Paul Young’a pek çok isim popüler şarkıları ile eşlik ediyor hikâyeye. Dale Launer’ın bu ilk senaryosu ilham aldığı O. Henry hikâyesini sağlam bir malzeme olarak kullanmış ve ortaya da hayli keyif verici bir iş çıkarmış senarist. Akıllıca kurulmuş yanlış anlamalar zinciri ve bu yanlış anlamaların sonucu olan yanlış hedeflerin peşinde koşmanın neden olduğu komik anlardan etkilenmemek mümkün değil. 80’lerin aerobik günlerinden o günleri hatırlayanlara sıkı bir nostalji duygusu yaratacak sahneleri de olan filmin hikâyeye biraz zoraki eklenmiş gibi görünse de elektronik dükkanındaki satış sahneleri veya morgda ceset teşhisi gibi kesinlikle eğlendiren pek çok bölümü var. Filmin bu komikliğinde en büyük paya Danny DeVito sahip. Oyuncu karakterinin her ruh halini büyük mimiklerle ama kesinlikle abartmadan canlandırıyor ve seyirciyi de göründüğü her sahnede avucunun içine almayı başarıyor. Bu abartı kelimesini Bette Midler için kullanırken aynı rahatlığı duymak ise mümkün görünmüyor pek. Filmin ilk yarısındaki “şirret kadın” havasını görsel ve işitsel olarak o denli büyütüyor ki daha çok ZAZ üçlüsünün slap-stick türündeki filmlerinde rahatsız etmeyecek bir yan karakter burada yanlış bir filme yerleştirilmiş bir ana karakter gibi görünüyor. İşin ilginç tarafı bu ilk yarıda film daha sıkı bir komedi iken, ikinci yarıda Bette Midler daha normal bir karaktere dönüşürken film de hızını bir parça kaybediyor.
Tıpkı hoparlör satış sahnelerinin hikâyede bir parça dışarıda kalmış görünmesi gibi “yatak odası katili” adındaki seri katil de sadece finaldeki aldatmacaya malzeme olması için senaryoya eklenmiş bir karakter gibi duruyor. Bir parça yüzeysel kalan bu karakterin yanında filmin diğer karakterleri (adamın sevgilisi ve onun sevgilisi, kadını kaçıran çiftimiz vs.) çok derinlikli olmasa da popüler bir komedinin ihtiyacını karşılayacak düzeyde resmedilmişler kesinlikle. Tüm bu karakterleri karşımıza getiren senaryo finalde bekleneni yapmakla gücünü zayıflatmış açıkçası. Kaçırmayi gerçekleştiren çiftimiz bir kenara bırakılırsa diğer tüm ana karakterlerin şehvetten para hırsına uzanan nedenlerle hareket ettiğine tanık olduğumuz film bu bağlamda düşünülünce komik bir ahlâksızlık hikâyesi olarak özetlenebilir. Bu ahlâksızlığın sonucu olan film ise kesinlikle güldürüyor ve eğlendiriyor ama daha fazlasını beklememek gerekiyor. Özellikle Midler’ın karakterinin gerçekleri keşfinden sonra temposunu ve parlaklığını bir parça yitiren film yine de seyre değer bir çalışma.
(“Karımı Kaçırdılar”)