“Şu son moda makinalar! Saçmalık. Hiç bir şeyi kanıtlayamazlar. Eskiden bu işleri daha iyi yapardık. Bir adam felç olduğunu mu söyledi, yılan dolu bir çukura atardık. Çukurdan çıkarsa, yalan söylediğini anlardık. Eğer çıkamazsa, hastayı kaybederdik ama dürüst olduğunu anlardık”
Bir Amerikan futbolu maçı sırasında bir sporcunun çarpması ile bayılan bir kameramanın üçkağıtçı bir avukat olan kayınbiraderinin zorlaması ile sigortadan tazminat alabilmek için sakat kalmış numarası yapması ile gelişen olayların hikâyesi.
Jack Lemmon ve Walter Matthau’nun birlikte rol aldıkları on filmin ilki. Yönetmen koltuğunda Billy Wilder’ın oturduğu, senaryosunda ise Wilder’ın pek çok filminde beraber çalıştığı I.A.L. Diamond’ın imzası bulunan film bu yaratıcı kadronun ortak eserlerinin en başarılısı değil belki ama onlardan bekleneni yerine getiren, kısacası eğlendiren bir film. Hikâyeyi asıl sürükleyen isim olmasına rağmen yapımcıların Oscar’lardaki garip oyunları nedeni ile yardımcı oyuncu dalında ödülü kazanan Walter Matthau’nun senaryonun kendisine sağladığı tüm imkânları sonuna kadar kullanarak tek başına bile seyre değer kıldığı çalışma, ABD’de avukatlığın neden icra edenleri için cazip, diğerleri için de en nefret edilen meslek olduğunu hoş bir şekilde anlatıyor seyircisine.
Avukatın canlı yayınlanan bir maç sırasında bir sporcunun kaza ile çarptığı kayınbiraderi için belediye, spor kulübü ve televizyon kuruluşu hakkında dava açması ve sigortadan tazminat talep etmesi ile gelişen komik olayları anlatıyor hikâyemiz. Matthau’nun aldığı ödülleri hak eden performansı ile mükemmel bir şekilde canlandırdığı bu kurnaz ve üçkağıtçı avukat karakteri filmin en büyük kozu. Kaldırımda muz kabuğuna düşüp basan bir adam için meyve üreticisi şirketi kabuğa uyarı yazısı koymadığı için dava eden avukat, aslında saf ve iyi yürekli bir adam olan ve Jack Lemmon’ın oynadığı kayınbiraderini de alet ediyor oyununa. Kameramanın kendisini şöhret ve başka bir erkek uğruna terk eden ve tazminat ihtimalini öğrenince tekrar kendisine göz kırpan karısı da oyuna karışıyor sonra. Bu kötü karakterlerin karşısında ise kahramanımıza önce vicdan azabından kaynaklanan ama sonra dostluğu da içine alan bir yardımseverlik gösteren kendisine çarpan sporcu karakteri var. Çok kısa bir oyunculuk kariyeri olan Ron Rich’in oynadığı bu oyuncunun kendisini gönüllü olarak kahramanımıza nerede ise köle etmesinden ve bu köle karakterinin bir “siyah” oyuncuya oynatılmasından ve ırkçılık karşıtı bir diyaloğun politik doğruculukla alay etmenin aracı olarak kullanılmasından kuşkulanmaya hakkımız olsa da, bu durumlar için Hollywood diyerek geçmek gerekiyor. Bu karakterle bağlantılı asıl önemli olan konu ise onunla kahramanımız arasındaki dostluk. Hayli sıcak ve duygusal finalde, bu iki adam nerede ise bir “aşkın” tarafları olarak çocukca eğlenirken filme keyifli bir kapanış sağlıyorlar.
Wilder ve Diamond ikilisinin senaryosu Matthau’ya parlak bir performans için gerekli tüm imkânları sağlarken aynısını Lemmon’dan bir parça esirgemiş sanki. Kahramanımızın kız kardeşi (avukatın karısı) ve annesi ise oldukça kaba çizgilerle geçiştirilmiş görünüyor senaryoda. Buna karşılık yine kısa bir sinema kariyeri olan Judi West’in eğlenceli oyunu ile renk verdiği eski eş karakteri senaryonun en başarılı yanlarından biri olarak görülüyor ve kahramanımızın bile evet dediği bir ahlâksız oyunda sporcunun ahlâk sembolü olarak parlamasının en önemli unsurlarından biri oluyor. Özel dedektif ve yardımcısı ise sanki daha fazlası olabilirmiş ama nedense üzerine gidilmemiş görünse de hikâyenin kimi eğlenceli yanlarının yaratıcısı oluyorlar. Senaryo diğer Wilder-Diamond filmlerindeki kadar vurucu espriler içermiyor ama kesinlikle kahkaha attıran sıkı örnekler de var açıkçası (“Dağınıklığın kusuruna bakmayın, sekreterim evlendi de; on yıl önce benimle”).
Özetle bu Matthau-Lemmon işbirliği sinemadaki müthiş iş birliklerinin ilk örneği olması ile bile önemli bir film. Wilder’ın rahat ve akıp giden -filmin hikâyeden kaynaklanan nedenle bir parça sarkmasına rağmen- yönetimi, yeterince parlak esprisi ve iyi bir kötü avukat kadar tehlikeli bir insan olamayacağını anlatması ile eğlendiren bir sinema örneği bu siyah-beyaz film.
(“Büyük Tasarı” – “Şans Kurabiyesi”)