“Umarım jüri üyelerinin tümü kadındır; o zaman kocanın mahkemeden omuzların üzerinde çıkacağına eminim”
Kendisinden yaşlı bir dul kadını öldürmekle suçlanan genç bir adam, kendisinden yaşlı karısı ve adamı savunan tecrübeli bir avukatın hikâyesi.
Agatha Christie’nin önce hikâye olarak basılan ve daha sonra tiyatroya uyarladığı eserinin sinema versiyonu. Sürprizli finali nedeni ile kapanış jeneriğinde seyircisine “lütfen filmin sonunu kimseye söylemeyiniz” diye hitap eden filmin bu sonu aslında Christie’nin yazdığı ikinci son. Yazar hikâye olarak basılan ilk sondan memnun kalmayınca değiştirmiş yazdığı finali ve filmde de bu finali seyrediyoruz. Büyük bir kısmı mahkeme salonunda geçen filmin tarzını Billy Wilder ile Alfred Hitchcock karışımı olarak özetlemek pek de yanlış olmaz. Wilder filme katkısını orijinal hikâyede olmayan mizahı yazarlarından biri olduğu senaryo aracılığı ile sağlamış daha çok. Genç adamı oynayan Tyrone Power, eşini oynayan Marlene Dietrich, avukat rolündeki Charles Laughton ve avukatın hemşiresini canlandıran (ve gerçek hayatta Laughton’un eşi olan) Elsa Lanchester’dan oluşan güçlü bir kadrosu var filmin ve bu isimlerin son ikisi Oscar’a aday da olmuşlar performansları ile. Gerilim ile (orijinal hikâyeye sonradan eklenen) mizahın çoğunlukla atbaşı gittiği film klasik ABD sinemasının en bilinen mahkeme filmlerinden biri ve klasik bir sinemanın gereği olarak bildik ve çekiciliği garanti yollardan ilerleyip, seyircisini tatmin etmeyi başarıyor.
Tecrübeli, hasta ve işinde usta bir avukatı canlandıran Charles Laughton Wilder’ın etkisini açıkça hissettiren diyaloglarındaki mizahı, sivri dili ve zekâsı ile filme damgasını vuran isim aslında. Öyle ki, Marlene Dietrich’in sırf seyirciye gösterilebilmek için yazılmış ve tam 145 figüranın rol aldığı özel bir sahnenin yıldızı olan bacaklarına rağmen. Evet, Dietrich’in bacaklarının güzelliğinden yararlanmak isteyen yapımcılar tipik Hollywood uyanıklığı ile yıldız sanatçının bacaklarından birinin görünmesini sağlayacak bir sahnenin masrafı altına girmekten çekinmemişler. Laughton karakterinin baştan hastalığı nedeni ile üstlenmek istemediği ama hem olaya bulaşan karakterlerin ilginçliği, hem adamın suçlu olup olmadığı konusundaki tereddütü hem de zamanla kendisi için bir zekâ oyununa dönüşen vakanın ilginçliği nedeni ile aldığı davada yaşadıklarını ne kadar usta bir oyuncu olduğunu devamlı hatırlatarak canlandırmayı başarmış. Tyrone Power mahkemede geçen kimi sahnelerdeki başarısının yanında daha çok idare eder bir havada görünüyor ve hikâyenin olduğunu iddia ettiği kadar genç olmamasının sıkıntısını yaşıyor zaman zaman. Hemşire rolündeki Elsa Lanchester eğlenceli bir tipleme çıkarıyor ve filmin Laughton ile birlikte mizahını sağlayan isim olmayı başarıyor. Marlene Dietrich her zamanki gibi iyi oynuyor ve çekiciliğini koruyor ama hikâyenin çizdiği “soğuk Alman” profili karakterinin “çekiciliğini” azaltıyor bir parça.
Laughton’un avukatı tam bir İngiliz ve tipik bir Christie karakteri; bir parça kibirli ve ukala, centilmen, laf oyunu ustası ve zekî. Wilder ve diğer senaristlerin elinden çıkan mizah da hayli yakışmış bu karaktere ve açıkçası aksi takdirde daha düz olabilecek bir hikâyeyi de zenginleştirmiş kesinlikle. Senaryodaki bu Wilder imzası filmin yönetmenliğinde biraz da mahkeme salonunun mekansal kısıtlılığı nedeni ile o denli belirgin değil belki ama yine de tıkır tıkır işleyen anlatımı, kısıtlara rağmen yaratılabilmiş dinamizmi ve aksamayan temposu ile film bu açıdan da sınavı geçiyor. Bu da önemli bir başarı aslında çünkü hikâye hayli bol konuşmalı ve buna rağmen filmin dinamik görünebilmesi oyuncuları ve diyaloglarının başarısının yanında, Wilder’ın becerikli mizanseninin de sonucu olsa gerek. Filmin sürprizli finali ise, gerçekten önceden bilinmemesi durumunda tadı çok daha keyif ile çıkarılabilecek bir içeriğe sahip. Sürpriz(ler)inin yanında, hayli de dolu bir içeriğe sahip bir final bu: İhanet, cinayet, ihanet vs… Dolayısı ile keyfini tam anlamı ile çıkarabilmek için dikkatli ve konsantre bir şekilde seyretmek gerek bu finali ve gerçekçiliğine o kadar da takılmamak. Özetle, klasik sinemanın seyri keyif veren örneklerinden biri ve Hitchcock ile Wilder buluştuğunda ne oluru görmek için de tek ve çok iyi bir fırsat.
(“Beklenmeyen Şahit”)