“Kendini sokaktan uzak tutabilirsin ama sokağı içinden atamazsın. Kendine bir bak, varoşsun ve varoş kalacaksın”
Avusturya’da yaşayan ve şartlı olarak cezaevinden salıverilmiş bir Türkiyeli’nin kendisini ve bir genci uyuşturucu ve suçtan uzak tutmaya çalışmasının hikâyesi.
Avusturya’da yaşayan Umut Dağ’ın ödüllü ve 2012 tarihli “Kuma” adlı filminden sonra çektiği ikinci filmi yine Avusturya’da yaşayan Türkiyeliler’i anlatıyor temel olarak. İçeriği sonradan anlaşılacak etkileyici bir sahne ile başlayan ve iyi bir final ile kapanan filmin Dağ’ın Pedra Ladinigg ile birlikte yazdığı senaryosu benzeri hikâyelerden çok farklılaşamıyor belki ama bunu karakterlerini iyi işlemesi ile kapatmayı başarıyor. Kimi oyunculukları zaman zaman aksayan film bir “temiz kalma” hikâyesini ilgi ile seyrettirmeyi başaran bir çalışma özet olarak.
“Saygısızlık” ettiği için bir Avusturyalı’yı öldürmekten ve uyuşturucu işinden dolayı on yıl hapiste kalan ve şartlı olarak salınan adamın hem temiz bir hayat kurmasını hem de -filmin pek de iyi saklayamadığı- bir nedenle genç bir adama yardımcı olmaya çalışmasını anlatıyor filmimiz. Gerek çıkarmayı düşündüğü albümün demo kayıtları için para bulmak adına uyuşturucu satan gencin gerekse ona yardımcı olmaya çalışan adamın hikâye boyunca yaşadıkları benzeri filmlerde gördüğümüzden pek de farklı değil. Şiddet, uyuşturucu ve kaçak mal satımı gibi yasa dışı işlerin sarmalında yaşayan karakterler bunlar ve ya burada elde edecekleri ile farklı bir hayata kaçabilmeyi hayal ediyorlar ya da bu yasa dışı hayatın içinde yükselmeyi. İki ana karakterin aileleri ile ilişkileri de tahmin edilebileceği şekilde bozuk. Adam girdiği suç dünyası yüzünden abisi tarafından ret edilmiş ve annesi ikisinin arasında kalmış; sevgilisi ise kendisine şiddet uyguladığı için uzak durma kararı aldırtmış mahkemeden. Gencimiz ise mutsuz ve yılgın görünen annesi ile iniş çıkışlı bir ilişkiye sahip ama bir yandan da ona yardımcı olmaya çalışıyor. Evet, tüm bunlar pek de yeni şeyler değil açıkçası. Ne var ki Dağ ve Ladinigg tarafından yazılan senaryo özellikle bu iki karakteri sağlam bir şekilde çizebilmesi ve diğer hemen tüm yan karakterleri gerçekçi ve hikâyesi ile ilgi çekici kılabilmesi açısından başarılı. Hikâyenin özellikle son yarım saati filmin en iyi bölümlerini oluşturuyor ve kayıtsız kalınamayacak bir final veriyor seyirciye. Her iki ana karakterin bu bölümde yaptıkları/yap(a)madıkları/hissettikleri vs. çok iyi yazılmış ve iyi yönetilmiş sahnelerle geliyor karşımıza ve filmin hem gerçekçiliğini artıyor hem de bu gerçekçiliğin çekici olmasını sağlıyorlar.
Hapisten çıkan adamı oynayan Murathan Muslu karakterinin sert, acılı ve kararlı yanını başarı ile canlandırıyor ve kimi sahnelerde de hayli etkileyici bir performanns sergiliyor. Genç adamı oynayan ve ilk oyunculuk tecrübesini yaşayan Alechan Tagaev ise zor bir rolün altından genellikle aksamadan kalkıyor. Anne rolündeki -yönetmenin de annesi olan- Elif Dağ’ın örneği olduğu kimi yan karakterlerin sahipleri ise vasat sularda geziniyorlar oyunculuk açsısından ve bu da filme bir parça zarar veriyor açıkçası. Türkiyeli karakterlerin birbirleri ile Almanca konuşurken bile araya sürekli sıkıştırdıkları oğlum, abi, moruk, tamam mı gibi Türkçe kelimeler ve küfür ederken hemen her zaman Türkçeyi tercih etmeleri orada yaşayan bir neslin arada kalmışlıklarının gösterimi açısından doğru ve hoş bir tercih olmuş ve özellikle Türkçe bilenler için filme farklı bir boyut da katmış.
Hikâyenin -pek ders verir bir havada olmadığı için rahatsız etmeyen- bir mesajı da var ve yönetmen Umut Dağ birkaç sahneyi filmin derdini anlatacak şekilde kullanmayı başarmış. Neden asla hapishaneye dönmek istemediğini anlattığı sahneden hemen sonra adamın açık havada koşarken ve tüm bir şehire tepeden bakarken yüzünde gördüğümüz ögürlük hissi ve kararlılık çok şey anlatıyor örneğin. Dağ tüm final başta olmak üzere, adamın gencin borcunu affetmesi için alacaklısı olan uyuşturucu çetesinin başı ile konuştuğu sahne (ki sevginin ve affedilme isteğinin iyi bir kalbe neler yaptırabileceğini etkileyici bir şekilde anlatıyor) gibi pek çok anı da başarı ile kotarmış ve filme çekicilik katmış kesinlikle yönetimi ile.
Rap türündeki müzik (Kürt asıllı Alman rapçi Azad’ın da filmde küçük bir rolü var), uyuşturucu, diğer suçlar ve final bölümleri hariç olan bitenlerin yeterince orijinal olmaması ve açılışın karakterlerin özellikle birbirleri ile ilişkileri açısından tanıtmakta bir parça dağınık durması gibi kusurları olan film, bunlara rağmen ilgi ile seyredilebilir. Georg Geutebrueck’in Viyana’yı turistik görüntülerin çok uzağına taşıyan başarılı görüntüleri ve Iva Zabkar’ın hikâyeyi destekleyen müziği ile de dikkat çeken film “umut veren” sonu ile seyirciyi rahatlatsa da hikâyesi boyunca sergiledikleri ile şehirlerin parıltılı görüntülerinin arkasında çok da sevimli hikâyelerin yaşanmadığını bir kez daha gösteriyor bize.
(“Cracks in Concrete” – “Betondaki Çatlaklar”)