“Her Santa Vittorialı’nın binlerce yıldır bildiği gibi, ne cesur erkekler ne de iyi şarap çok dayanır”
İkinci Dünya Savaşı sırasında, Mussolini’nin düşüşünden hemen sonra Almanlar’ın işgal ettiği bir İtalyan kasabasındaki halkın ürettikleri şarabı Almanlar’dan saklamaya çalışmasının hikâyesi.
Robert Crichton’un aynı adlı romanından ABD’li sinemacı Stanley Kramer’ın çektiği bir film. Filme adını veren kasabanın orijinal görünümünü yeterince korumamış olması nedeni ile Anticoli Corrado adında başka bir kasabada, İtalya’da çekilen filmde başroldeki Anthony Quinn ve Nazi subayını oynayan Hardy Krüger dışında İtalyan oyunculardan oluşan bir kadro var. Hollywood’un İtalya’ya alışılagelen bakışının kimi izlerini taşıyan film popüler sinemanın kalıplarında ilerliyor ve ilk yarısında komedinin, ikinci yarısında ise dramın ağır bastığı bir eğlencelik olmayı başarıyor. Yerli halktan yüzlerce İtalyan’ın oluşturduğu figüran kadrosunun yer aldığı kalabalık sahnelerin ustaca yönetildiği film süresinin gereksiz uzunluğu ve senaryosundaki bazı sıkıntılar nedeni ile her anında sıkı bir komedi/dram olamıyor.
İtalya’nın o tepeye kurulu, taş binalı ve ne mutlu ki bugün bile çoğu iyi bir şekilde korunmuş olan kasabalarından birinde geçen hikâye Mussolini’nin devrildiği haberi ile başlıyor. Su kulesinin üzerine yine kendisinin yazdığı Mussolini’nin “Bir koyun olarak yüz yıl yaşamaktansa, bir aslan olarak bir gün yaşamayı tercih ederim” cümlesinin altına şimdi “Yüz yıl yaşamak daha iyidir” yazan Bomboli karakterinin bir yanlış anlama ve tesadüf sonucu belediye başkanı olduğu bir kasabada geçiyor filmimiz. Ernest Gold’un Akdeniz esintileri de taşıyan müziği eşliğinde ve kasaba halkının biraz hüzünlü yüzlerinin görüntüsü ile başlıyor film. Ben Maddow ve William Rose tarafından yazılan senaryonun Hollywoodvari numaralara başvurmadığı ve komedisinin dozunu ayarlayabildiği zamanlarda, hikâye uzun süresine rağmen iyi akıyor ama ne var ki bunu tüm zamana yayamıyor film. Anthony Quinn’in eğlenceli bir şekilde oynadığı ama senaryodan kaynaklanan kimi klişe İtalyan görüntülerini sergilemekten de kaçınamadığı film ağırlıklı olarak bir komedi olduğu ve komedisi her zaman yeterince güçlü olamadığı için bir sıkıntı yaşıyor doğal olarak. Anna Magnani’nin senaryonun klişeleri ile perdelenmiş olsa da ustaca oynadığı karakteri de komediyi her zaman ayakta tutmaya yetmiyor. Kimi sahnelerin bir parça uzamış görünmesi de (örneğin su kulesinde geçen sahne çok daha kısa tutulabilirmiş, eğlenceli olsa da) filmin ritmini zaman zaman bozmuş açıkçası.
Filmin tartışmasız en eğlenceli ve sinema olarak en başarılı bölümü 1 Milyon şarap şisesinin Almanlar’dan saklanması için tüm kasaba halkının el ele verdiği sahnelerden oluşuyor. Yönetmen Kramer bu sahne başta olmak üzere, yüzlerce figüranı sık sık kullanıyor filmde ve epey keyifli anlar yaratmayı başarıyor. Tüm bu figüranların yer aldığı kalabalık sahnelerin yönetimi gerçekten bir ustalık eseri ve filmin “çılgın” havaya büründüğü o en çarpıcı anların da asıl yaratıcısı olmuş görünüyor. Sözünü ettiğim bu şişe taşıma sahnesinin bir finali var ki tek başına filmi “görülmeli” sınıfına sokabilir kesinlikle. Kramer gerek bu bölümde gerekse diğer pek çok sahnede yerli halkın ve özellikle yaşlıların benzersiz yüz ifadelerinden de akıllıca yararlanıyor ve komedi anlarında bile bir hüzün/dram karışımı eklemeyi başarıyor filmine.
Robert Chricton’un çok satan romanından uyarlanan film gişede beklenen başarıyı sağlayamamış, Amerikalılar’ın görmeye alışık olduğu ve görmeyi beklediği kimi unsurlara rağmen üstelik. Hollywood İtalyanlar’ı sıklıkla gamsız, yaşamayı bilen, çok konuşan, hareketli ve eğlenceli karakterler olarak resmeder ve burada da işgal altındaki bir halk olarak Santa Vittorialılar bu klişelere uygun olarak gösteriliyorlar sürekli olarak. İlginç bir şekilde veya tam da bu nedenle, Kramer’ın dozunda tuttuğu dramatik anlar da etkiliyor seyredeni. Sadece seslerin duyulduğu işkence sahnesi veya başkanın dövülmesi örneğin, hayli başarılı. Almanlar’a kurban olarak iki faşist İtalyan’ın gönderilmesi ise içerdiği hem komik hem dramatik öğeler ile çok keyifli. Keşke bu başarı senaryoda da kendisini gösterseymiş: Kasabalı iki genç arasındaki aşk veya bu çiftten kızın “şehvet ve aşk” dolu sözleri hem hikâyeye hiçbir şey katmadığı için hem de konuyu dağıttığı için senaryodan tamamen atılabilirmiş örneğin. Böylece filmin problemlerinden biri olan uzun süresi de bir parça çözülürmüş üstelik. Filme “erotizm” katma amaçlı görünen ve genç kızın ağzından çıkan sözler abartılı ve filme hiç uymuş görünmeyen içerikleri ile oldukça sakil duruyor. Asıl hikâye ile hiçbir ilgisi olmayan bu karakter ve söyledikleri bir parça ucuz bir numara gibi görünüyor filmin yaratıcıları adına. İki genç arasındaki aşk hikâyesi filmden ne kadar ayrı duruyorsa, kasabanın dul zengin kadını ile İtalyan asker arasındaki aşk da o kadar filmin parçası olmuş. Bu ikinci aşkın karakterleri ve aralarındaki aşk hem asıl hikâyeye bir zenginlik katıyor hem de kendi başına bile ilgiyi hak ediyor.
Fellini filmlerinden hatırlayacağımız görüntü yönetmeni Giuseppe Rotunno’nun kamerasının yakaladığı güzel (zorlama değil, hikâyenin geçtiği bölgeye ait olan ve karakterlerle iç içe geçen doğal güzellikleri kastediyorum) görüntüler ve özellikle kalabalık sahnelerdeki başarısı ile dikkat çeken ve William A. Lyon/ Earle Herdan imzalı kurgu çalışmasının takdiri hak ettiği film hedefini tam anlamı ile tutturamış olsa da dayanışmanın ve doğallığın güzelliğini hatırlatması ile de önemli ve ilgiyi hak eden bir çalışma. Kişisel olarak, şarabın gizleneceği yere kasabanın merkezinden dört ayrı koldan taşınmasının adeta kalpten pompalanan kanın vücuda yayılmasının sembolü olduğunu ve şarabın kan ile eşleştirilerek kutsandığını düşünmekten keyif aldığımı da belirtmeliyim Virna Lisi’nin de güzelliği ile keyif verdiği filmden.
(“Kasabanın Sırrı”)