“Benim babam burada, Amerika’da doğdu. Onun babası da, onun babası da ve onun babası da. Şimdi söyle bakalım, hangimiz daha Amerikalıyız?”
Kabilesini kafa derileri için öldüren ve bir trendeki para kasasının peşine düşen çeteden intikamını almaya niyetli bir Navajo yerlisinin hikâyesi.
“Spagetti western” türünün örneklerinden biri olan, İtalya – İspanya ortak yapımı olarak çekilmiş filmin yönetmenliğini bu türdeki filmlerinde şiddetin ve ölümlerin kol gezmesi ile tanınan İtalyan Sergio Corbucci üstlenmiş. Bugün ilk akla gelen örneklerinden biri olmasa da türünün kimi özelliklerini taşıması ile dikkat çeken ve intikam hikâyesinin içine türün özelliklerinden biri olan toplumsal bir eleştiriyi yerleştirmeyi başaran film, başroldeki ABD’li oyuncu Burt Reynolds’un kariyerindeki tek spagetti western filmi olarak da önem taşıyor. Hikâyesinde gözardı edilemeyecek inandırıcılık problemleri olsa da özellikle türünün hayranları için görülmesi gerekli bir çalışma.
Filmin yerli kahramanını canlandıran ve kendisi de yarı Cherokee olan Burt Reynolds’un “o kadar kötü ki sadece kimsenin kaçma imkânının olmadığı hapishanelerde ve uçaklarda gösterildi” dediği filmin bu herhalde ironi de içeren yargıyı hak etmediğini söyleyelim öncelikle. Oyuncunun bu sözlerinin arkasında kontratı imzalamadan önce filmi Sergio Corbucci’nin değil de bir başka Sergio’nun (Sergio Leone’nin) yöneteceğini zannetmesi de yer alıyor olsa gerek. Evet Sergio Leone yok filmin yaratıcı kadrosu içinde ama türün kimi başka karakteristik unsurları karşımızda burada. Öncelikle müzikten söz etmek gerekiyor, özellikle de bu film söz konusu ise. Müzikler jenerikte adı Leo Nichols olarak yazılan (spagetti western’in anavatanı olan İtalya’da bu filmlerde çalışan kimi İtalyan yönetmen ve oyuncular ticari nedenlerle, kendilerine Amerikalı çağrışımı yaptıracak isimler seçerlerdi zaman zaman, anlaşılan Morricone de bu yöntemi kullanmış burada) ünlü besteci Ennio Morricone, ayrıca albüm olarak da yayınlanan, nerede ise birkaç filme yatacak kadar uzun ve türe özgü olarak da hayli görkemli bir çalışma yapmış film için. Orkestranın ağırlıkta olduğu, duyar duyacağınız bir spagettti western filmine ait olduğunu anlayacağınız vokallere sahip ve Morricone’nin melodilerinin de tanıdık geleceği bir müzik çalışması bu. Yönetmen Corbucci senaryonun da olumsuz yöndeki etkisi nedeni ile filmine bir epik hava kazandıramamış ama müzik epik kelimesinin de ötesine geçen bir havada, hayli yüksek sesle görkemli melodileri peş peşe getiriyor önümüze ve öyle ki zaman zaman hikâyenin önüne geçiyor.
Dış çekimleri İspanya, iç mekan çekimleri ise İtalya’da yapılan filmde Burt Reynolds’un yanında ana akım sinemanın ünlü bir ismi daha var: İspanyol oyuncu Fernando Rey filmde kasabanın rahibi rolünde ve senaryonun kendisine pek de bir imkân tanımadığı bir karakteri canlandırıyor ve rolü o denli silik ki herhangi bir iz bırakmıyor geriye. Reynolds ise rolünün özellikle fiziksel açıdan hakkını veriyor, ama onun dışında o da bir farklılık sergileyemiyor. Buna karşılık, çetenin lideri rolündeki İspanyol oyuncu Aldo Sambrell filme asıl damgasını vuran sanatçı oluyor oyunculuk açısından. Ferzan Özpetek’in “Hamam” filmin senaristlerinden biri de olan ve birkaç yönetmenlik çalışması da bulunan Sambrell, Sergio Leone’nin klasiklerinin de aralarında olduğu spagetti westernler ile ün kazanmış bir isim olarak burada rolünün hakkını tam anlamı ile vererek senaryonun çok da orijinal çizmediği bir kötü adamı ilgi kaynağı yapmayı başarıyor ve filmin seyir nedenlerinden birini oluşturuyor tek başına.
Yönetmen Sergio Corbucci beklendiği şekilde zumlara başvuruyor ama bu kullanımı dozunda tutarak ve çok az başvurduğu ve tam da bu nedenle ilgi çekici olan eğik kemara açıları ile filme zaman zaman bir farklılık katıyor. Bunun dışında ise senaryoyu çok fazla yaratıcılık içermeyen ama yoran bir dinamizm veya sıkan bir durgunluk tuzağına da düşmeden görüntüye çevirmeyi becermiş görünüyor. Corbucci iki farklı sahnede ise (”Navajo Joe, mavi gökyüzü, atlar ve gelincik çiçekleri” sahnesinde yarattığı müthiş görsellik ve tepeden çekim ile sadece şapkalarını gördüğümüz iki kötü adamın konuştuğu sahnenin biçimselliği) ile görsel bir çekicilik yaratmayı başarmış. “Gerginlik içinde bekleyen yüzler” gibi sahneleri de keşke bu kadar tam da tahmin edildiği biçim ve içerikte çekmeseymiş.
Hikâyemiz ise belki çok da başarılı bir senaryo aracılığı ile gelmiyor karşımıza ama türün en takdir edilesi özelliklerinden birine sahip olmayı ihmal etmiyor neyse ki! Hollywood’un western türünü sadece biçimsel farklılıkları ile değil içerikleri ile de ciddi biçimde sorgulatmıştı İtalyanlar’ın spagetti westernleri. Erken dönem kapitalizmini, insanları hakkını arayan birey olarak değil itaat eden kul olarak sınıflayan dini ve onun aracılarını ve beyazların yerlilere ve Meksikalılar’a reva gördüğü ikinci sınıflığı ve vahşiliği pek çok farklı örneklerinde ret eden bir türdü bu ve burada türün bu eleştirel yanının kimi örneklerine rastlıyoruz. Bir yerli olan kahramanımız ile Amerika’ya İskoçya’dan gelmiş bir beyaz arasında ülkenin sahibinin kim olduğu üzerinden çıkan tartışmada filmimiz elbette doğru tarafı tutuyor, klasik Amerikan westernler’inin yerlilere “kızılderili” olarak bakışının doğal sonucunun aksine. Kasadaki paranın peşine düşen çetenin orijinal gelir kaynağının “parça başına ödeme aldıkları” yerli kafaderileri olduğunu (devletin “vahşi kızılderililer”in kökünü kazımak için teşvik yöntemi), bir yerlinin şerif, yani bir yönetici olması konuşmasına verilen tepkiyi ve kasabanın yönetimini temsil eden şerif, rahip ve doktor gibi karakterlerin korkak, hırsız, katil veya pasif olarak resmedildiğini de düşünürsek, Amerika’ya eleştirisini hakkı ile yerine getirdiğini söyleyebiliriz filmimizin. Olayların geçtiği kasabanın adının “Esperanza” yani “Umut” olması ise ABD’nin kuruluşundaki umudun hangi kötülüklerle beslendiğini hatırlatması açısından önem taşıyor.
Etraflarındaki silahlı çatışmayı “duymayan” askerler, trendeki bebeğe ne olduğu gibi açık kalan konular veya kahramanımızın teslim olmasını sağlamak için kullanılan yöntemin neden onu konuşturmak için kullanılmadığı gibi cevapsız soruları ile zaman zaman gerçekçiliği o denli çok da dert etmediğini gösteriyor film bize. Buna takılmamak gerekiyor ve filmin klasik Hollywood’un westernlerde çoğunlukla ötekileştirdiği karakterleri (yerliler, dansçı kızlar vs.) kahramanlaştırmasının tadını çıkarmak gerekiyor. Görüntü yönetmeni Silvano Ippoliti’nin çalışmasının da başarılı olduğu filmin şiddet dozuna ise dikkat diyelim, son olarak.
(“Un Dollaro a Testa” – “El Implacable” – “Joe” – “Acı İntikam”)