“İnsanın cevheri üç paralık kumaş parçasında değil, içindedir”
Yirminci Yüzyıl başlarında, Osmanlı döneminde ailesinin eşkiyalar tarafından katledilmesi üzerine bir kaymakam tarafından evlat edinilen bir köylü çocuğunun kasaba hayatına uyumsuzluğunun ve dönemin adaletsizliklerine isyanının hikâyesi.
Sabahattin Ali’nin aynı adlı romanından Feyzi Tuna’nın sinemaya uyarladığı ve yönettiği bir film. 1980’lerin darboğaz içindeki Türk sinemasında, Tuna’nın çok sevdiği bir kitaba sinemada da hayat vermek için giriştiği iyi niyetli çabanın sonucu olan film ne yazık ki ne kitabın hak ettiği karşılığı olabilmiş ne de doğal olarak yönetmeni mutlu edebilmiş. Tuna’nın kimi hoş oyunlarına ve birkaç güzel sahnesine (çoğunlukla da o sahnelerdeki birkaç güzel kareye) rağmen film garip bir takım kurgu problemleri, akmayan temposu ve derdini sık sık sadece diyaloglar aracılığı ile anlatması nedeni ile olmamış bir denemeden ileriye geçememiş. Filmin problemlerinin çoğunun filmin zor şartlar altında çekilmesinden kaynaklandığını düşününce, Tuna’nın Sabahattin Ali’nin romanına getirdiği sinemasal yorum çabası bir göz atılmayı hak ediyor yine de.
Sabahattin Ali’nin gerçekleştiremediği bir üçlemenin ilk kitabı olan ve ilk kez 1937’de yayımlanan “Kuyucaklı Yusuf” Yirminci Yüzyılın başlarında Edremit’te geçer ve yaşadıklarından sonra dağa çıkan bir genci anlatır. Filmin sinemasal karşılıklarını -özellikle görsel açıdan ve yeterince- üretemediği farklı temaları var romanın ve bir yandan birtakım karşıtlıklar üzerinden (doğal hayat ile modern hayat, köy ile kasaba gibi) bir bireyin yalnızlığını anlatırken, bir yandan da dönemin Osmanlı devletinde kasaba eşrafının ve bürokratların halkı (ve devleti) nasıl sömürdüğünü ve çökmekte olan devletin kalan tüm iktidar araçlarını nasıl ele geçirdiklerini sergiler. Tuna’nın senaryosu ve yönetmenliğinde karşımıza gelen film ise tüm bu konuları sık sık sadece sözlere ve çoğunlukla da yüzeysel bir şekilde döken, görsel olarak bu temaların karşılığını üretemeyen bir çalışma görünümünde. Yusuf’un bunalımını nerede ise sadece işitsel olarak sergiliyor film ve görsel olarak birkaç güzel kare (evet, bütünsel bir sahneden çok, bir fotoğraf karesi havası var bu anların) eşlik ediyor bu duyguya sadece. Yusuf ile Muazzez arasındaki aşkın ikincisi tarafındaki gelişimini az çok hissedebiliyoruz ama Yusuf’ta o kadar ani oluyor ki bu tutkunun oluşumu ciddi bir gerçekçilik sorunu yaratıyor bu durum. Yusuf’un etrafındaki her şeye ve tüm insanlara duyduğu öfkenin altyapısı da görsel olarak hemen hiç oluşturulamamış ve ortaya nerde ise sadece huysuz diye tanımlanabilecek bir genç adam karakteri çıkmış. Tüm bunların sonucunda da sondaki “dağa çıkma” eylemi ve öncesindeki yeni kazılan mezarı yumruklama sahnesi sıradanlaşmış ne yazık ki.
Oysa Feyzi Tuna’nın kitabı sevdiği ve farklı bir film yaratmak arzusu ile yola çıktığı çok açık. Filmin ilk karesi romanın açılış sayfasını görüyoruz ve oradaki ilk cümlenin okunması ile başlıyor film. Bu iyi bir giriş çünkü hem filme -hedeflediği ama yakalayamadığı- masalsı/epik havayı katıyor hem de Sabahattin Ali’ye hak ettiği saygı duruşunu göstermiş oluyor böylece. Bu küçük oyun daha sonra aynı başarı ile kullanılamıyor ne var ki. Örneğin hikâyeden çıkan bir karakterle ilgili hem seyircinin merakını gidermek hem de Yusuf’un duygularını bize iletmek için yine kitaptan bir cümlenin okunduğu bölüm çok ilgisiz ve zorlama görünüyor. Kapanışı da yine kitabın son cümlesi ile yapan film bu buluşunu iyi değerlendirememiş sonuç olarak. Aslında gerek bu problemin gerekse diğerlerinin bir “kısıtlı imkânlar” durumunun sonucu olduğu açık ama filmin vasatı bir türlü aşamadığı da bir gerçek. Görsel açıdan da sınıfı geçemiyor film ve bunda da yine koşulların etkisinin olduğunu hissetmek mümkün. Atı ile alacakaranlıkta son sürat giden Yusuf’u gördüğümüz sahne öyle tuhaf kurgulanmış ki (bunda muhtemelen hayal edilen sahnelerin çekilememiş olmasının etkisi var) sanki bir dram filmine aniden epik bir filmin sahnesi eklenmiş gibi duruyor. Tuna’nın görsellikte hayli çarpıcı olduğu sahneler var ve bunlar filmin eğer gidebilseydi hedeflediği noktanın ne derece parlak olabileceğini gösteriyor bize. Örneğin genç bir kızın başına gelen trajik bir olayı anlattığı kısa sahnede bu kız, annesi, Yusuf ve babasının yakın plan çekimleri ve dört karakterin aynı kare içindeki yerleşimleri çok ama çok başarılı. Babanın ölümünde yerde yattığı an da benzer bir güce sahip ama hem bu hem bir önceki örnek çarpıcı bir fotoğraf karesi olarak kalıyor maalesef filmin bütünü içinde, tıpkı Yusuf’un uzun bir yolculuktan evine döndüğünde üst kattan işittiği seslerin kaynağını anlamak için merdivenlerden yukarı çıkarken görüntülenmesinde olduğu gibi.
Romandan kaynaklanan ama filmde de altı çizilen bir kadın karşıtlığı, daha doğrusu kadınlarla bir sorunu olan hikâye var karşımızda. Kadın karakterler ya düpedüz kötü ya da aciz. Erkeklerin bir içki masasında “izdivaç”ın hayatlarını nasıl kararttığı üzerine yaptığı konuşmalar da destekliyor bu havayı, Yusuf’un babasını “karısına bile” laf geçirememesi nedeni ile eleştirmesinde de. Elbette dönemin koşulları kısmen de olsa açıklıyor bu durumu ama hikâyenin baş karakterleri dahil hiçbir kadın karakterini ilgiye değer kılamaması önemli bir sorun. Bir dönem filmi olarak mekân ve kostüm çalışmalarında beklenenin üzerinde bir performans gösteren film (keşke tüm o kostümler terzinin elinden yeni çıkmış kadar ütülü ve temiz olmasaymış!), nerede ise sadece konuşanları duyduğumuz sıfır ortam sesi ile de rahatsız edebiliyor zaman zaman.
Özetle ortada bir başarı yok, hatta kaynak roman düşünüldüğünde bir başarısızlık da var. Üstelik kahramanımızın “eşkiya” olduğunu bile nerede ise hiç söyleyemeyen (12 Eylül darbesinin üzerinden henüz beş yıl geçmiş olduğunu hatırlamakta fayda var) film kahramanını hak ettiği şekilde getiremiyor karşımıza. Tüm bunlara rağmen, yukarıda sözü geçen birkaç güzel karesi, kostüm ve mekân çalışması ve en önemlisi Feyzi Tuna’nın başarıya dönüşememiş olsa da romana duyduğu sevgiyi yansıtan iyi niyeti için görülebilir bir çalışma bu.
ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM SİZDEN BAŞKASI FİLM ANALİZİ YAPMAMIŞ İNTERNETTE SİZDEN BAŞKA HİÇ BİR BİLGİ VEREN YOK
Ben teşekkür ederim okuduğunuz için.