Harry Brown – Daniel Barber (2009)

harry-brown“Onu öldürse ne olur ki? Noel Winters bir pislik. Babası da bir pislikti. Bir sürü pislik çocuğu olacak. Bence Harry Brown bize bir iyilik yapıyor”

Çetelerin hâkim olduğu bir mahallede yaşayan yaşlı bir adamın, en iyi arkadaşının çetenin gençleri tarafından öldürülmesi üzerine giriştiği intikamın hikâyesi.

İngiliz sinemasından bir “Charles Bronson filmi”! Daniel Barber’ın Garry Young’un orijinal senaryosundan çektiği film, bir “kendi adaletini kendin sağla” örneği olması ile dikkat çeken ve görsel gücü yüksek bir çalışma. Çekimlerin yapıldığı tarihte 76 yaşında olan başroldeki Michael Caine’in yaşlı
intikamcıyı ustalıkla canlandırdığı film teknik açıdan sınıfı kesinlikle geçen ama hikâyesi ile hayli tartışmalı bir eser ve siyah ve beyaz olarak resmettiği bir dünyada sergilediği şiddet görüntülerine destek beklediğini gizlememesi ile de olumsuz bir eleştiriyi kesinlikle hak ediyor.

Sıkı ve çekici bir sahne ile açılıyor film ve sonrasında, hikâye boyunca tanık olmaya mecbur edileceğimiz hayli sert sahnelerin “nedenleri”ni açıklamaya girişiyor. Uyuşturucu, cinayet, hırsızlık, saldırı vb. akla gelebilecek tüm suçların rahatça işlendiği, sıradan vatandaşlara hayatlarını zehir eden çetelerin, irili ufaklı suçluların egemen olduğu ve polisin yasalarca eli kolu bağlanmış, ilgisiz ve çaresiz bir şekilde olan biteni seyrettiği bir mahallede geçiyor hikâye. Kuzey İrlanda’da savaşmış eski bir asker olan yaşlı adamın ölmekte olan eşi nedeni ile zaten kötü olan hayatı, etraftaki suçluların taciz ederek çileden çıkardığı kendisi gibi yaşlı, en iyi (belki de tek) arkadaşının öldürülmesi ile iyice rayından çıkıyor ve yaşlı “kahraman”ımız “dünya üzerinden yok edilmeyi hak eden pislikler”in temizlenmesi işine girişiyor. İrlanda’da savaştığı bağımsızlık yanlılarına şiddetlerinin arkasında bir amaçları olduğu için saygı duyan bu yaşlı savaşçı, mahallesindeki çetelerin şiddeti sadece eğlenmek için uyguladıklarını düşünüyor ve iğreniyor onlardan. Filmin Garry Young imzalı senaryosu o denli kötü bir dünyanın resmini getiriyor ki karşımıza, tüm bu kötülüklerin kaynağı olan “pislikler”in birer birer ortadan kaldırılmasından mutluluk duymanızı ve hatta onlara verilecek en iyi karşılık olarak onlara uygulanan şiddetten eğlenmenizi bekliyor, daha doğrusu açıkça istiyor bunu seyirciden.

Yaşlı adamın adının Harry olması bir tesadüf mü bilmiyorum ama hikâye tüm olumsuzluğu ile Don Siegel’ın “Dirty Harry” filminde Clint Eastwood’un oynadığı dedektif Harry’i çağrıştırıyor bize. Orada yasaların ve polislerin yasal haklarının yetersiz olduğuna inanan dedektif kendi yöntemleri ile kötüleri temizlerken, burada eski bir güvenlikçi üstleniyor aynı görevi. Kuşkusuz kendi adaletini sağlayan bu karakter bize Charles Bronson’u da hatırlatıyor tüm olumsuzluğu ile. Yönetmen Daniel Barber’ın mizansen anlayışı da senaryonun “kötüleri yasaların dışına çıkarak” temizleyen iyi vatandaş hikâyesini destekliyor ve bunu yaparken görsel gücüne lâf edilemeyecek bir etkileyiciliği yakalamayı da başarıyor. Kimi sembolik sahneler yaratarak üretiyor Barber bu etkileyiciliği. Örneğin, adamın açılışta uzağından geçtiği bir alt geçide, finalde huzur içinde bakabilmesi ve yönünü oradan çevirmemesi bunlardan biri. Benzer şekilde, adamın penceresinden, işlenen suçları ve tüm o kötülükleri izlemesi de adeta Tanrı’nın, yarattığı dünyanın geldiği hale bakıp, artık müdahale etme zamanı diye düşünmesini anlatıyor bize. Bir başka ifade ile, yeryüzü yasalarının sağlayamadığı adaleti, ilahî bir gücün kendisine aracı kıldığı bir adamın sağlayacağını söylüyor bize film. Tam da burada, ilahî adaleti yeryüzünde sağlayan ve adeta “Tanrı”yı oynayan kahramanımızın eline geçen yüklü bir parayı Tanrı’nın evi olan kiliseye bağışladığını da hatırlamakta yarar var. Kameranın zaman zaman tüm şehri taraması veya yaşlı kurbanın balkonundan tüm şehire “serseriler” diye bağırmasını da filmin, sorunun mahalleye özgü olmadığı, tüm şehirin (tüm dünyanın) kötülerin elinde olduğu yönündeki mesajının parçası olarak görmek gerekiyor sanırım. Tüm bunlar filmin hikâyesinin hayli sorunlu olduğunu ve nerede ise faşizan bir çözümü önümüze sürdüğünü düşünmek için yeterli kesinlikle.

Tıpkı baş karakteri gibi “ağır” hareket eden bir aksiyon filmi bu ama bu ağırlık aksiyonseverleri yanıltmasın; hikâyeyi dert etmeyen “başarılı” tüm aksiyon filmleri gibi bu film de yağ gibi akıyor kesinlikle. Bu ağırlık karakterin yaşlılığı ile bağlantılı bir fiziksel durumun/ruh halinin gerçekçi bir yansıması olarak da kesinlikle doğru bir tercih. Ruth Barrett ve Martin Phipps’in hikâyenin atmosferine çok uygun müziği ile desteklenen filmin bir sahnesinin ima ettikleri ile ayrıca rahatsız edici olduğunu söylemekte de yarar var: Çetecilerin mahalleyi ablukaya alan polislerle çatıştığı sahne, bizdeki Gezi direnişi veya dünyanın her yerinde iktidarın şiddetine ve baskısına karşı çıkanların mücadelesini çağrıştırıyor tüm görselliği ile ama tam tersi bir bakış açısı ile yaklaşıyor bu gösterdiğine film. İktidarın kötülüğüne direnenlerle özdeşleşmiş bir isyan görüntüsünü, tersine çevirerek kötülükle mücadele eden bir iktidarın savaşını anlatmak için kullanıyor ki rahatsız olmamak mümkün değil bu durumdan.

Özetlemek gerekirse, hikâyesini anlatma şekli ile başarılı, aksiyondan hoşlananların kesinlikle beğeneceği ama anlattığı ve savunmaktan çekinmiyor göründüğü ile çok sorunlu bir film bu. Dünya, evet pislikle dolu ama o pislik filmin baktığı ve bizi de bakmaya zorladığı yerde değil asıl olarak, hayli yukarılarda, iktidarın ta kendisinde. Michael Caine başta olmak üzere oyuncuların başarısının veya yönetmenin becerisinin üzerini örtmesine izin verilemeyecek bir gerçek bu.

(Visited 143 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir