The Killing – Stanley Kubrick (1956)

The-Killing“Bu hiç adil değil. Hayatımda senden başka kimse olmadı. Gerçek bir koca, hatta bir erkek bile değilsin, komik olmayan kötü bir şakasın sadece”

Bir hipodromda oynanan bahislerde toplanan parayı çalmayı planlayan bir çetenin hikâyesi.

Pek çok başka kitabı da sinemaya uyarlanmış olan ABD’li yazar Lionel White’ın “Clean Break” adlı romanından Stanley Kubrick’in senaryosu (diyalogları ünlü bir yazar olan Jim Thompson yazmış) ve yönetmenliği ile beyazperdeye aktarılan bir klasik. “Kara” türünden bir suç filmi bu ve kronolojik bir akıştan çok, farklı karakterlerin davranışlarını aktarırken zaman içinde ileri geri hareket etmesi ile dikkat çekiyor. Hemen tüm karakterlerinin kendilerine özel hikâyesini aktarmayı başaran, Kubrick’in bilinen titizliğinin sağlam bir örneği olarak saat gibi işleyen ve Betty Steinberg imzalı kurgusu ve sıkı bir polisiye hikâye tadında bir anlatımı olan mizanseni ile önemli ve görülmesi her sinemasever için zorunlu bir film bu.

Kronolojik olmayan akışının deneme gösterimlerinde seyirci tarafından beğenilmemesi üzerine baştan kurgulanan ama çıkan sonuçtan memnun kalmayan Kubrick’in ısrarı üzerine orijinal haline dönülen film bir anlatıcının sesi ile giriş yapıyor ve bu anlatıcı hikâye boyunca da sık sık bir iki cümlelik ifadeleri ile ne olduğunu söylüyor bize. Yapım şirketinin ısrarı üzerine eklenen bu anlatıcıdan hiç hoşlanmamış Kubrick ama neyse ki sıradan ve o denli de gereksiz görünmüyor anlatıcıdan duyduklarımız; aksine onun kısa cümleleri seyredeni hikâyenin baş karakterlerinin yanına çeken ve hatta tempoyu destekleyen bir içerik taşıyor çoğunlukla. Kubrick kariyerindeki bu üçüncü uzun metrajlı filminde ilk kez bir görüntü yönetmeni ile çalışmak zorunda kalmış, sendika kuralları gereği. Çalıştığı isim alanının usta ismi Lucien Ballard olsa da elbette Kubrick onunla sık sık fikir çatışmasına girmiş çekimler boyunca. Bu çatışmalar bir yana, görüntü çalışması olarak ortaya hayli çekici bir sonuç çıkmış; siyah beyazın o çekici tadını taşıyan çalışmada dozunda tutulan gölgeler, gergin bir havayı hep canlı tutan kamera açıları ve çerçevelemeler ile takdiri hak ediyor görüntüler ve belki de iki ustanın “kavga”sı hayırlı olmuş film için demek gerekiyor.

Senaryosunun çetenin her bir üyesine ve hatta onlarla yakın ilişkileri olan diğer kişilere (eşler, sevgililer vs.) filmin kısa süresine rağmen onlara yakınlık duymamızı ve motivasyonlarını anlamamızı sağlayacak kadar zaman ayırabilmesi sözü edilmesi gereken önemli başarılarından biri. Bugünün ölçüleri içinde bakıldığında bir parça fazla çenesi düşük gibi görünse de senaryonun, Jim Thompson’un diyaloglarının başarısı bunu bir sorun olmaktan çıkarıyor ve hikâyeyi zenginleştiren bir unsura dönüştürüyor. Tüm karakterleri beklentileri, hırsları, kişisel planları, kuvvetli ve zayıf yanları vs. ile bize göstermeyi başarıyor hikâye ve bu da beraberinde filmin her ânının aynı çekicilikte olmasını sağlıyor. Çetenin lideri ve planın beyni konumundaki, Sterling Hayden’ın çarpıcı bir sadelik ve olgunlukla canlandırdığı karakterden çete üyelerinden birinin eşinin sevgilisine kadar tüm karakterler hikâyedeki sürelerinden bağımsız olarak bir tip olmaktan uzak ve bir karakter olarak çizilmişler. Onların bu denli elle tutulur olması da seyirci için hikâyeyi ilgiyi hiç düşürmeden takip etme şansı yaratıyor ve her birine ne olduğu/olacağı da bir merak öğesi olarak canlı kalıyor sürekli olarak.

Bir kara filme yakışır türden sahneleri ve karakterleri (neredeyse bir saniye süren bir çatışmada onca karakterin birden ölmesi, finalde havaalanında bir köpeğin neden olduğu kötü sürpriz, “femme fatale” havalarında bir eş, paranın yoldan çıkardığı sıradan insanlar vs.) ile bir klasik olan filmin Gerald Fried imzalı ve epey bolca kullanılan müziği de (zaten bol diyalog içeren bir filmin bir de bu gösterişli müzikle epey “gürültülü” olduğunu söylemek gerekiyor) dikkat çekiyor, gerek zaman zaman caz tonlarına bürünen melodisi gerekse her önemli ânın altını çizmesi ile. Hayden’ın yanısıra Elisha Cook Jr. ve Marie Windsor’un da performansları ile öne çıktığı film zamanında gişede pek başarılı olamamış ama değeri sonradan teslim edilmiş bir çalışma. Aynı sahneyi hikâye boyunca farklı karakterlerin gözünden tekrar göstermek ve bu arada o sahneye yeni bir anlam katmak gibi denemeleri olan, hikâyede zaman zaman karşımıza çıkan satranç salonunda oynanan oyunlarda olduğu gibi karakterlerin her bir hamlesinin, buna karşılık diğer karakterlerin (satranç oyunundaki rakibin) hamlelerinin ve birkaç hamle birden ilerisini görebilmenin önem taşıdığı senaryosu ile dikkat çeken ve “kaderin yüce eli”nin müdahale ettiği ve bir nalın ve bir köpeğin hikâyenin gidişini etkilediği anları ile kaçırılmaması gereken bir çalışma bu. Kelimenin tam anlamı ile bir klasik, özet olarak.

(“Son Darbe”)

(Visited 750 times, 4 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir