Marie – Roger Donaldson (1985)

Marie“Siz hiç bedel ödeyeceğinizi bile bile tek başınıza mücadele ettiniz mi? Bir işi doğru olduğu için, her şeye rağmen yaparım dediniz mi?”

Adalet sistemindeki rüşvet ve yozlaşmaya tanık olan bir kadının mücadelesinin hikâyesi.

Gerçek bir hikâyeden uyarlanan bir Amerikan yapımı. Tennessee eyaletinde mahkûmların af ve şartlı tahliye taleplerini değerlendiren kurulun başkanlığını yapan Marie Ragghianti’nin valinin de dahil olduğu rüşvet mekanizmasını keşfetmesi ile adalet adına tek başına giriştiği mücadeleyi anlatan film Peter Maas’ın kitabından, John Briley’in senaryosu ve Roger Donaldson’ın yönetmenliği ile çekilmiş. Başroldeki Sissy Spacek ve onun avukatı rolündeki, filmde kendisini oynayan Fred Dalton Thompson’ın performansları ile dikkat çektiği film gerçek olan bir hikâyenin gerilimini yeterince beyazperdeye taşıyamamış görünüyor. Son yarım saatinde bir mahkeme salonu filmine dönüşen çalışma sisteme dokunmadan tüm yozlaşmayı içindeki bireylere yüklemesi ile tipik bir Hollywood yaklaşımı sergiliyor elbette ve kadının mücadelesini de pek heyecan uyandıramayan bir şekilde getiriyor karşımıza. Yine de seyrettiğimizin gerçek bir hikâye olması ve adalet dağıtmakla yükümlü bir sistemin nasıl bazen -veya çoğunlukla- adaletsizliğin merkezi olduğunu hatırlatması nedeni ile ilgi gösterilebilir.

Film 1968 yılında başlıyor ve eşinden şiddet gören bir kadının üç çocuğunu alarak evi terk etmesine tanık oluyoruz. Sonrası bir “Amerikan Rüyâsı”: Bir yandan çalışan ve üç çocuğuna tekerlekli sandalyedeki annesinin yardımı ile bakan, bir yandan da üniversiteye giderek iki bölüm birden (Psikoloji ve İngilizce) bitiren kadın bir şans sonucu valinin ofisinde işe başlıyor ve sonradan anladığı üzere “rahatça kullanılmak” üzere af ve şartlı tahliye taleplerini değerlendiren kurula atanıyor. Göz yumması istenen dolapların döndüğünü fark eden kadının bundan sonraki mücadelesi filmin ana hikâyesini oluşturuyor ama senaryo kadının en küçük çocuğunun hastalığı üzerinden onun “kahramanlığını” anlatmaktan da geri durmuyor. Konunun gerçek olmasından da kaynaklanan bir doğal çekiciliği var ama senaryonun ve Roger Donaldson’ın yönetmenliğinin bu çekiciliği ne kadar sinemalaştırabildiği hayli tartışmalı. Zaman zaman bir aile filmi havasına bürünen ve sondaki mahkeme bölümünde ise benzerini defalarca gördüğümüz bir esere dönüşen çalışma, bir türlü yeterince dinamik olamıyor ve heyecan uyandıramıyor. Oldukça yumuşak ilerleyen filmdeki cinayet sahnesi de bu nedenle irkiltiyor ama arzu etmediği bir şekilde oluyor bu. Francis Lai imzalı müziğin çekici bir şekilde haber verdiği gerilim görüntülere yansımıyor bir türlü. Bu arada Lai’nin müziğinin kimi anlarda büründüğü Paris romantizmi havasının hikâyeye uymadığını da söylemek gerek.

Yönetmen Donaldson’ın hikâyenin gerçekliğine uygun ama bir parça düz bir anlatımı tercih etmesi filme yardımcı olmuyor ve yeni/farklı bir hikâye izlediğinizi hissetmenizi zorlaştırıyor. Neyse ki burada oyuncular devreye giriyor ve filme hikâyenin hak ettiği çekiciliği sağlıyorlar. Sissy Spacek karakterinin mücadeleciliğini ve dürüstlüğünü inandırıcı bir biçimde sergiliyor ve senaryonun boşluklarını dolduruyor bu konuda. Gerçek hayatta olayın kahramanı olan kadının avukatlığını yapan hukukçu ve politikacı Fred Dalton Thompson ise filmde kendisini canlandırıyor ve açıkçası hayli olgun bir performansla sinema kariyerini de başlatmış oluyor. Yardımcı rollerden birinde Morgan Freeman’ın da yer aldığı filmde kadına yardım etmeye çalışan valilik görevlisini oynayan Keith Szarabajka da oyunculuğu ile öne çıkmayı başarıyor ve keyifli bir performans sunuyor. Sevimli bir çekiciliği olan Jeff Daniels’ın karakterinin kötülüğünü hiç aksamadan yansıtabilmesi ise görünüşteki masumiyetin neleri gizleyebileceğini hatırlatması ile filmin kozlarından biri oluyor.

Kuşkusuz ki anlatılması gereken bir kahramanlık hikâyesi bu; adalet için savaşan tüm bireylerin hikâyesinde olduğu gibi. Chris Menges’in başarılı görüntü çalışması eşliğinde anlatılan hikâye tahmin edilebilir şekilde ilerlese de ve yukarıda sıralanan kimi kusurları barındırsa da bir göz atılmayı hak ediyor en azından. Amerikan sinemasının kadın “kahramanları” çok da önemsemediğini düşünürsek, bu nedenle de önemli bir film var sonuçta karşımızda.

(Visited 106 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir