Sherlock Holmes: A Game of Shadows – Guy Ritchie (2011)

sherlock_holmes-a-game-of-shadows“Yıl 1891. Fırtına bulutları Avrupa’nın üzerinde birikiyordu. Fransa ve Almanya bir dizi bombalamanın sonucu olarak birbirinin boğazına sarılmıştı. Bazıları milliyetçilerin bazıları ise anarşistlerin işi olduğunu söylüyordu bu bombaların. Ama her zamanki gibi, arkadaşım Sherlock Holmes’ün tamamen farklı bir teorisi vardı”

Sherlock Holmes ile arkadaşı ve yardımcısı Doktor Watson’ın bir dünya savaşı çıkartmanın peşinde olan en büyük düşmanları Profesör Moriarty’e karşı mücadelelerinin hikâyesi.

2009 tarihli “Sherlock Holmes” filminden sonra yönetmen Guy Ritchie ile oyuncular Robert Downey Jr. (Holmes rolünde) ve Jude Law’ı (Watson rolünde) ikinci kez bir araya getiren sherlock Holmes filmi. İlk filmde de yer alan Moriarty karakterinin bu kez filmin tek ve asıl kötüsü olarak yer aldığı film ilkinin izinden giderek yine mizah ile aksiyonu bir arada kullanan ve popüler çekiciliğini hep vasatın üzerinde tutan bir sinema eseri ve türün meraklısının kesinlikle kaçırmaması gereken bir çalışma. İlk film için olduğu gibi bu ikincisi için de aynı özeti yapmak mümkün: Edebiyattaki Holmes için değil, sinemadaki Holmes için görülmesi gerekli bir film bu. Guy Ritchie’nin hınzır sinema dilini yine tüm görkemi ile emrine verdiği film bir eğlencelik sadece, ama sıkı bir eğlencelik sonuçta.

Sherlock Holmes’ün modern sinemadaki bu yeni versiyonunu ikinci kez karşımıza getiren film ilkinin izinden giden bir çalışma olmuş ve onun özellikle biçimsel öğelerini bir parça zenginleştirmekle birlikte temel olarak tekrarlamış görünüyor. Yine esprili bir hikâye, karşılıklı sözleri üzerinden sürekli olarak atışan Holmes ve Watson ikilisi, hızlı bir kurgu, sadece zekâsını değil bedenini de aynı beceri ile kullanan Holmes, kamera ve kurgu oyunları ile zenginleştirilmiş sahneler, başarılı görüntü ve ses efektleri, etkileyici set tasarımları ve Robert Downey Jr., Jude Law ve Moriarty rolündeki Jared Harris ile dedektifimizin kardeşi rolündeki Stephen Fry’ın başarılı oyunculukları. Bir parça uzamış görünse de kurgusuna, mizansenine ve teknik cambazlıklarına diyecek söz bulamayacağınız dövüş sahneleri, Holmes’ün gözleme, detaylara dikkat etmeye ve hızlı düşünmeye dayalı analitik zekâsı ve şimdi karşısında kendisi kadar zekî ve dünyayı karıştırmayı kafasına koymuş çok tehlikeli bir kötü karakter. Tüm bunlar size ne vaat ediyorsa, onu sunan ve yarattığı beklentiyi hep karşılayan bir film bu ve açıkçası film için söylenecekleri burada kesmek pek de bir eksik bırakmayacaktır söylenmesi gerekenler konusunda.

Filmin görsel ve teknik becerisi hemen hep üst düzeylerde seyrediyor. Sıkı ve sürprizli açılış sahnesi, ilk filmde olduğu gibi burada da karşımıza çıkan “birazdan yapacağı kavgayı öncesinde kafasında planlama ve kurgulama” sahnesi (ki bu kez bir ileri boyuta taşıyor film bu hayal etme olayını ve kavgalardan birinde kavganın her iki tarafını da (Holmes ve Moriarty) aynı planlamanın içinde göstererek eş zekâlı iki rakibin savaşına tanık olduğumuzun altını çiziyor), tüm o görsel efektler veya bombanın nereye yerleştirilmiş olabileceğini bulmaya çalışan dedektifin düşüncelerini görsel olarak karşımıza getiren sahne filmin görsel düzeyini örneklemek için kullanılabilecek anlardan sadece birkaçı. İlk filmdeki teknik oyunların bir parça fazla tekrarlanmış olması zaman zaman sanki ilk filmden bölümler izliyormuşsunuz hissini de yaratmıyor değil açıkçası ama hikâyesini çok hızlı ilerleterek ve başta Holmes ile Watson arasındakiler olmak üzere diyaloglarını da mizahın ve hatta aksiyonun bir parçası yaparak bu düşüncenizin sürmesini bir şekilde engelliyor film. James Herbert’ın kurgusu ve Philippe Rousselot’un görüntülerinin katkısı ile ulaşılan bu düzeyi Hans Zimmer’ın müzik çalışması da destekliyor ve sahnelerin ruhuna uygun melodiler aracılığı ile filmin dikkat çeken unsurlarından biri oluyor.

Holmes’ün eşcinsel bir karakter olup olmadığı kimi esprili kimi ciddi pek çok iddianın konusu olmuş bugüne kadar. Senaryoyu yazan Michele Mulroney ve Kieran Mulroney de anlaşılan bu ilgi kaynağından yararlanmayı seçmişler ve birden fazla sahnede bu tartışmayı gündeme tekrar getirecek anlar yaratmışlar: Kıyafet değiştirerek kadın kılığına giren Holmes’ün bir kısmında da yarı çıplak olarak Watson ile fiziksel olarak didiştiği sahneden Holmes’ün “ilişki” olarak tanımladığı aralarındaki bağı Watson’ın “ortaklık” olarak düzeltmesine (Watson’ın kullandığı kelimenin (İngilizce partnership) aynı zamanda eşcinsel birliktelikler için de kullanıldığını atlamayalım “civil partnership” kalıbı içinde), dedektifin evliliği nedeni ile yardımcısına sürekli -kızgınlık ve sitem dolu bir şekilde- laf atmasından ikili dans sahnelerine kadar bu “dedikodu”yu özellikle gündemde tutmuş görünüyor senaristler ve hatta galiba eğlenmişler de bu dedikodu ile.

Ayrıntılara gösterilen özenin dikkat çektiği, iki müthiş rakip arasındaki “satranç oyunu”nun gerçek satranç tahtası veya kimi görsel öğelerle desteklendiği filmin belki de en önemli kusuru ilk filmin yolundan hiç ayrılmaması ve adeta o filmi tekrar izlediğiniz düşüncesi yaratması, biçimsel unsurları ve hikâyesinin kurgusu açısından. Karakterlerin yine yeterince derinleşmemesini ve Holmes – Watson ikilisinin aksiyon becerilerinin analitik yeteneklerine eş düzeye çıkarılmasını da bu kusura ilave etmek gerekiyor. Ne var ki bu kusurlar filmin olmayı seçtiği popüler alanın sevenleri için hemen hiç önem taşımıyor kuşkusuz. Dolayısı ile seyredip eğlenmek ve gerisini unutmak gerekiyor ilk filmde olduğu gibi.

(“Sherlock Holmes Gölge Oyunları”)

(Visited 204 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir