“Normal nedir? Normallik göreceli bir durumdur. Einsteinlarla dolu bir dünyada olsaydık, ne kadarımız zeki görünürdü? Sizin kaderinizi ne tür bir ölçü ile ölçmelerini isterdiniz… ya da zekânızı ve ihtiyaçlarınızı?”
Zihinsel engelli çocuklar için açılan bir okulu yöneten bir psikiyatrist, okula müzik öğretmeni olarak gelen bir kadın ve okuldaki çocuklardan birinin hikâyesi.
Senaryosu Abby Mann tarafından yazılan, yapımcılığını ünlü sinemacı Stanley Kramer’in üstlendiği ve yönetmen koltuğunda John Cassavetes’in oturduğu bir A.B.D. yapımı. Yönetmenlik kariyerinde sadece on iki sinema filmi olan Cassavetes ile kendisi de bir yönetmen olan Stanley Kramer arasında çekim boyunca süren anlaşmazlık kurgu aşamasında Cassavetes’in kovulmasına neden olmuş ve bunun sonucu olarak da yönetmen filmi “sahiplenmemişti”. Yapımcının müdahalesi, filme onu ticarî sinemaya yaklaştıran bir duygusallık getirirken, öte yandan onu çekici kılan belgesel havasının da zedelenmesine neden olmuş görünüyor ve bu durum da yönetmenin gösterdiği hassasiyeti haklı kılıyor. Yine de ilginç bir film bu ve oyuncularının tümünden aldığı parlak performanslar, hikâyenin odağındaki çocuğu canlandıran Bruce Ritchey dışındaki tüm çocuk rollerinin gerçekten zihinsel özürlü olan çocuklar tarafından canlandırılması ve Cassavetes’in bu oyuncuları duygusal bir sömürüye düşmeden ve belgesel gerçekçiliğini aratmayan bir şekilde kullanma başarısı göstermesi filmi görmeye değer kılıyor. Kimi anlarında bir parça didaktik görünebilir ama sinemanın “güzel insanların muhteşem maceraları”nı anlatan onca eserinin yanında doğru ve farklı bir yerde duran ve “çekici” olmadığı için ihmal edilen bir konuyu ele alan önemli bir film bu.
Filmin dört baş oyuncusu ve hikâyesi okuldaki tüm çocukların hikâyelerinin adeta sembolü olan Reuben karakterini canlandıran Bruce Ritchey’nin performansları hikâyeyi seyre değer kılan en önemli kozlarından biri filmin. Okulun yöneticisi rolündeki Burt Lancaster, müzik öğretmeni olarak okula gelen ve Ritchey’in karakteri ile aralarında özel bir bağ oluşan Judy Garland, Ritchey’in annesi rolündeki Gena Rowlands ve babasını oynayan Steven Hill hikâyenin -Kramer’e rağmen kısmen de olsa korunmuş olan- belgesel gerçekçiliği havasına uygun oyunculuklar sergilerken, Hollywood’un klasik döneminden Judy Garland’ın karakterine yakıştırdığı ürkek duygusallık özellikle dikkat çekiyor. Hikâyede yer alan tüm özürlü çocukları özenle ve akıllıca kullanmış Cassavetes ve onların “performans”ı ile filmin profesyonel oyuncularınınkini ustaca kaynaştırmayı başararak, filme büyük bir katkı sağlamış. Yönetmenin yapımcı ile kavgasının sonucu açısından bakarsak, Kramer’in müdahalesi özellikle Garland’ın performansını ve onun karakterinin merkezde olduğu sahnelerin duygusallığını öne çıkarmış dememiz gerekiyor ve bunun zaman zaman Cassavetes’in kafasındaki ile uyuşmadığı açık; çünkü yönetmen hikâyesini kolayca düşebileceği duygusallık tuzağından ve bir “acıların hikâyesi” olmaktan uzak tutmaya çalışmış kesinlikle. Bu nedenle filme aslında zarar da veren bir çelişki var göz ardı edilemeyecek; ne var ki bu zararın filmi çok fazla hırpalamadığını ve hatta zaman zaman her seyircnin hissedebileceği özdeşleşme ihtiyacına bir karşılık ürettiğini bile söylemek mümkün.
Açılış jeneriğinde çocukların çizdiği resimler ve onların sesinden duyduğumuz bir şarkı ile karşılıyor bizi film ve sonra hikâyenin odağındaki Rueben’in okula geldiği güne ve babası tarafından orada “terk edilişi”ne tanık oluyoruz. Finalde bir benzeri tekrarlanan bu sahne filme iyi ve ilginç bir giriş sağlıyor. Rueben gibi “normal” olanın hemen sınırında olan ve bu nedenle durumu daha zor olan bir çocuğu hikâyenin merkezine koymakla doğru bir seçimde bulunmuş senarist Abby Mann çünkü onun anne ve babasının çocuklarının durumuna verdikleri tepkiler hikâyenin sorumluluklarla ilgili derdinin iyi bir göstergesi oluyor. Üniversite mezunu ve maddî durumu iyi olan bir annenin, çocuğunun durumu karşısında çaresiz kalıp pes etmesi ile okuma yazması bile olmayan yoksul bir annenin savaşçılığını karşılaştırıyor örneğin hikâye ve seyircinin de karakterlerin (hem çocukların hem ebeveynlerinin) içinde bulunduğu koşulları dikkate almasını sağlıyor. Rueben karakterine nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda psikiyatrist ile müzik öğretmeni arasında çıkan çatışma, iki yıldır gelmeyen annesini bekleyen çocuk, çocukların şükran günü temalı gösterisinin de (bu sahnede çocuklardan müthiş bir performans almış Cassavetes ve filmin genelinde hemen her zaman yüksek bir düzeyde seyreden mizansenini konuşturmuş kelimenin tam anlamı ile) aralarında olduğu pek çok an önemli öğesi var filmin. Zihinsel özürlü yetşkinlerin koğuşuna yapılan bir ziyaret (bu sahnede Cassavates de oyuncu olarak görünüyor) ve müsamerede okunan şiir gibi etkleyici sahneleri de eklemek gerekiyor filmin başarılarına.
Çocukları sevgi ile boğmanın değil, onlara kendi başlarını dik tutabilmelerini sağlayacak beceriler kazandırmanın peşinde olan psikiyatristin çabasının karşısına, okula harcanan parayı yüksek ve çocukların durumunu düşündüklerinde de gereksiz bulan eyalet görevlilerini çıkarıyor hikâye ve burada kapitalizm ile faşizmin zihinsel ortaklığının altını çiziyor. Zihinsel engellileri yok eden faşizm ile onlara harcanan paranın üstün zekâlı çocuklara ayrılmasının daha doğru olduğuna inanan pragmatik kapitalizmin kardeşliğinin iyi bir sembolü bu ve kimi doğrudan politik filmden çok daha fazlasını söylüyor kamu hakları ve kamu varlıklarının kullanımı konusunda burada hikâye bize.
Kusurları ve çelişkileri olan ama yine de görülmeyi hak eden bir Cassavetes filmi bu ve bu önemli sinemacının az film çekebilmiş olmasının sinemaseverler için ne kadar talihsiz bir durum olduğunu da hatırlatıyor bize. Özetle, görülmesi gerekli “bir siyah-beyaz yarı-klasik”.
(“Bekleyen Çocuk”)