Avusturyalı müzikbilimci Maria Publig’den bir Mozart biyografisi. İlk kez 1991 yılında yayımlanan kitabı henüz yirmi dokuz yaşındayken yazmış Publig ve onun müziğinden çok hayatına, iç dünyasına ve mücadelelerine odaklanmış. Başta müzik dergileri olmak üzere farklı yayınlarda yazıları yayınlanan, ses mühendisliği eğitiminin yanısıra, etnoloji ve filozofi de okuyan, Viyana’da konser salonlarında dramaturg olarak çalışan bu çok yönlü yazarın bir dedektiflik romanı da bulunuyor.
Klasik müziğin dehalarından biri olan ve hakkında epey farklı biyografi de yazılmış bulunan Mozart için yeni bir eser üretmek epey güç olsa gerek. Kitaba yazdığı önsözde, “Bu portrelerden hiçbirinin gerçeğe uymadığını kanıtlamak, bu kitabın amaçlarından biridir.” diyerek Mozart için daha önce çizilen portrelerde neyi eksik gördüğünü açıklıyor yazar ve Mozart’ın ölümünden hemen sonra “filizlenen genel romantik atmosferin etkisi ile” onun kimi yazışmalarının yok edildiğini söylüyor. Tarafsız bir gözle yazılmış bir kitap bu ve Publig, “… büyük içtenliğin ve sorumluluk bilinciyle örülü ciddiyetin yanısıra, yoğun bir inadı, öfkeyi, bencilliği, sinikliği, kıskançlığı ve kendini beğenmişliği de sergileyen bir kişilik” olarak nitelediği bu dehayı bir insan olarak ortaya koymaya gayret etmiş. Adının bile yazılı olmadığı bir toplu mezarda sona eren bir hayatı müziği dışlamadan ama -doğal olarak- müzisyenin hayatının ayrılmaz bir parçası olarak görerek anlatan kitap, hem Mozart hem on sekizinci yüzyıl ve hem de biyografi meraklılarının ilgisini çekecek bir eser.
Eserin en temel bilgi kaynakları dönemin asıl haberleşme aracı olan mektuplar. Gerek Mozart’ın gerekse ona yazanların mektupları ciddi bir veri sağlıyor meraklıları için ve Batı’nın ünlü sanatçılarının hayatları ve kişilikleri hakkında bugün bu kadar çok şey biliyor olmamızın bu mektuplara bağlı olduğunu hatırlatıyor bize. Kendi tarihimizdeki karakterler hakkındaki bilgi azlığının yetersiz yazma alışkanlığından veya bu yazışmaları saklamak için yeterli hassasiyet gösterilmemiş olmasından kaynaklandığını da düşünüyorsunuz doğal olarak.
Biyografi, Mozart’ın çocukluğundan başlayarak -dönemin alışkanlıklarına da uygun olarak- yerini belli eden hiçbir işaret olmayan bir mezarlıkta son bulan hayatını, doğal olarak onu odağına alan ama başta babası olmak üzere hayatında yeri olan farklı kişilere de eğilerek anlatıyor. Bunu yaparken de gerek babası gerekse eşine daha önceki biyografilerde yapılan haksızlıkları eleştirerek “gerçekler”i ortaya koymaya özen gösteriyor. Örneğin oğlunu kendi hırsları için kullanmak ve ona baskıcı davranmakla suçlanan babasını “aydınlanmacı” bir sanatçı olarak tanımlıyor ve döneminin alışkanlıklarının dışında kalan eğitim anlayışının hem Mozart hem de kız kardeşi Nannerl’e sağladıklarını uzun uzun anlatıyor okuyucuya. Benzer şekilde eşi Constanze’nin de “şımarık, ahlâksız, kaprisli ve Mozart’ın maddî sıkıntı çekmesinin nedeni” olarak gösterilen önceki portrelerininin karşısına farklı bir alternatif koyuyor.
Dönemin yükselmekte olan sınıfı burjuvazi ile aristokrasi arasındaki çekişmelerin ve farklılıkların izini bıraktığı on sekizinci yüzyılı bu açıdan da ele alan ve “İnsanı soylu kılan yüreğidir” diye düşünen ama yaşamak için soyluların vereceği işe (eser siparişleri, saray kadroları) muhtaç olan Mozart’ın bu çelişki yüzünden yaşadığı sıkıntıları ve özgürlüğüne düşkünlüğü ile bu zorunlu bağlılığın çatışması altında kalmasının sonuçlarını etkileyici bir şekilde anlatıyor kitap. Yazar, -günümüzde de varlığının sürdüğünü söylediği- klasik müzik dünyası içindeki çekişmelerin (çoğunlukla saraya daha yakın olabilmek, kıskançlık, kadro kavgası vs. gibi nedenleri var bu çekişmelerin ve bunun sonucu olarak girişilen entrikaların) Mozart’a nasıl zarar verdiğini gösterirken, özellikle Viyana’da dozu hayli yüksek olan bu müzisyenler arası rekabeti kendisi gibi bir Viyanalı ve müzik dünyasının da içinde olan birinin en iyi şekilde anlatabileceğini kanıtlıyor bize.
Mozart ile ilgi gravürler ve mektupların fotoğrafların da yer aldığı kitabın hemen her bölümünde öne çıkan konu, baba ile oğul Mozart arasındaki ilişki. Sevgi ve saygının hep var olduğu ama sık sık küsmeler ve didişmelerin eşlik ettiği bir ilişki bu ve yazar bu ilişkinin Mozart’ın hayatını nasıl şekillendirdiğini ikna edici bir biçimde anlatıyor kitabında. Dehasının farkında olan ve herkesin de farkında olmasını isteyen müzisyenin, o dönemin büyük şehirlerine (Salzburg, Viyana, Paris, Münih, Frankfurt, Prag, Berlin vs.) yaptığı yolculuklar -tamamı müzik odaklı hedeflerle yapılan yolculuklar bunlar- üzerinden de ilerlediği söylenebilecek bu biyografi, ölümsüz bir müzisyeni ve onun muhteşem eserlerini hangi koşular altında yarattığını anlatırken hakındaki mitleri de yıkmaya çalışıyor ve örneğin Salieri’nin Mozart’ı zehirlediği yönündeki -çağdaş dönemde Peter Shaffer’in “Amadeus” adlı oyunu ile tekrar popüler olan- komplo teorisine de cevap üretiyor.
(“Mozart: Ein Unbeirrbares Leben”)