“Çinlilerin dediği gibi: Artık kaplanın sırtına çıkmıştım. Tehlikeli olabilir ama üstünden inmek daha tehlikeli; çünkü adamı yer”
Ailesini geçindirebilmek için yaptığı hırsızlık nedeni ile yattığı cezaevinden çıkmasına bir yıldan az bir süre kalan bir adamın hiç istemese de, kendisini hapisten kaçmayı amaçlayan üç mahkûmun planının parçası olarak bulmasının hikâyesi.
Senaryosunu Agenore Incrocci, Luigi Comencini, Furio Scarpelli ve Mario Monicelli’nin yazdığı, diyalogları Incrocci ve Scarpelli’nin kaleminden çıkan ve yönetmenliğini Comencini’nin yaptığı bir İtalyan yapımı. “İtalyan Usülü Komedi” (Commedia all’italiana) olarak adlandırılan filmlerden biri olan çalışma, ödül olarak ceza indirimi alıp hapisten daha erken çıkmayı planlayan saf bir adamın kendisini ihbar ettiği kaçış planının içinde bulmasını anlatan eğlenceli bir komedi. Temposunu ve eğlencesini hep koruyan film, başta Nino Manfredi olmak üzere tüm kadrosunun keyifli performansları ile seyircisini güldürmeyi başarıyor ve bu arada bu tür komediye özgü bir biçimde sosyal meselelere de göndermede bulunuyor zaman zaman. Bu türün ustalarından Comencini ve Monicelli’nin katkılarının hemen hissedileceği film İtalyan sinemasının 1960’lı yıllarından seyre değer bir eğlencelik.
“İtalyan Usülü Komedi”nin ilk örneği olarak Mario Monicelli’nin 1958 tarihli ve “I Soliti Ignoti” (bizde tanındığı adı ile “Toto Gangster”) adını taşıyan filmi kabul edilir. Aslında belli bir türden çok bir döneme verilen bir ad bu; 1950 ve 60’lı yıllarda çekilen, yergi içeren ve çeşitli sosyal meseleleri komedi kalıpları içinde eleştirel bir bakışla ele alan filmler bu ifade ile anılıyor. En başarılı örneklerini Dino Risi ve Monicelli ile birlikte veren Comencini’nin 1961 yapımı bu çalışması hikâyesinin ana kahramanını işçi sınıfından seçerek, ona hiç sahip olmadığı yetenekleri atfeden otoriteyi komedi konusu yapıyor ve onun üzerinden küçük suçlularının yanında dururken, aynı sınıftan olan ama onun aksine suç işleme nedenlerini kabul edilemez bulduğu diğer suçlulara karşı -yeterince eleştirel olmadığı için böyle adlandırılması gereken bir şekilde- tarafsız bir konum alıyor. Her koşulda alt ve orta sınıf karakterlerin hikâyesi bu ve İtalyan sinemasında bugün unutulmuş görünen toplumsal ve sol bir bakışın izlerini taşıyor. Senaristlerden Monicelli’nin ateist, ana karakterlerden birini oynayan Gian Maria Volonté’nin ise politika ile epey içli dışlı ve komünist olarak bilinen biri olmasının da bunda etkisi olmuş olsa gerek kuşkusuz. Açılış jeneriğine eşlik eden ve bir halk ezgisi havasını taşıyan şarkı da (“Bazısı mahpusluğu hapislik gibi görür / Benim için mahpusluk bir tatildir / Bazısı kelepçeyi demir gibi görür / Benim için kelepçe bir altın bilekliktir”) filmin karakterlerini hangi toplumsal sınıftan aldığının bir göstergesi bir bakıma.
Ayakkabısının tabanını sökerek çıkardığı bir kağıda mektup yazan bir adamın sesi ile açılıyor film. Avukatına göndereceği bu mektubu yazan, patronunun parasını taşıdığı çantayı sahte bir soygunda çaldırmış gibi davranarak bu paraya el koyma planı ters gittiği için hapse düşen Giacinto Rossi’dir. Savunmasında kullanması için yazdığı mektup ise aslında bu suçu ile ilgili değil, aldığı cezanın son 10 ayında kendisini içinde bulduğu kaçma planı sırasında yaşananlarla ilgilidir. Sıradan bir halk adamıdır Giacinto ve kendisini ihbar eden balıkçı, suçunu ailesini geçindirmek için işlediğini öğrenince pişmanlık duymuştur bu eyleminden. Film böylece halkın ve onun “küçük suçlar”ının yanında durduğunu baştan belli ediyor seyircisine. Kahramanımız kelimenin her iki anlamı ile saf biri ve Nino Manfredi’nin karakterine ek bir keyif katan sıcak oyunculuğu ile kendi kendinizi -muhtemelen tam da filmin yaratıcılarının hedeflediği şekilde- onun tarafında buluyorsunuz hikâyenin her anında.
Hapisten kaçmayı kafalarına koyan üç müebbetlik mahkumun Giacinto’yu, onu kullanarak cezaevi yönetimini ve seyirci olarak bizleri aldatan planları filme merak ve mizah katan en önemli ögelerinden biri. Planın gerçekte ne olduğunu anlamaya çalışırken Giacinto sıkıntıdan sıkıntıya düşüyor ama bizi de hayli eğlendiriyor ve bu planın aksadığı her an da bu eğlenceye yeni boyutlar katıyor. Kahramanımızı oyuna getiren üç mahkumdan biri olan ve sevgilisi ile bastığı adamı öldüren onur düşkünü adamın (Volonté oynuyor bu karakteri) materyalistler ve Marxistleri eleştirmesini, maden ocaklarında çalışırken silikoz olan bir karakterin zengin bir adam için “Hayır, onunki diyabet; zengin hastalığı” ifadesini kullanması veya aralarında sık sık çatışma çıksa da mahkumların dayanışmalarını hikâyenin toplumsal bakışının örnekleri olarak gösterebileceğimiz filmde Manfredi ve Volonté ile birlikte, Mario Adorf ve Raymond Bussières de oldukça sıkı oyunculuklarla bu komediye gerçekçilik ve sıcaklık katıyorlar ve karakterlerinin yaşadıklarını çekici kılıyorlar seyirci için.
Mizah ile toplumsal eleştiri arasında yeterince iyi bir denge kurabilen film bunların ikincisinde gerektiği kadar ileri gitmiyor aslında; eğer bunu başarabilseydi çok daha güçlü bir sonuç elde edilebilirmiş açıkçası. Bazı mizah sahneleri de hikâye ile yeterince bütünleşmiş görünmüyor ama tüm bunlar filmi seyir keyfinden uzak tutmamalı kimseyi. Bizde Kemal Sunal filmlerini yaratanların (örneğin onun filmlerin bazılarının senaryolarında imzası bulunan İhsan Yüce, Umur Bugay, Atıf Yılmaz gibi isimlerin) mizahın içine toplumsal eleştirilerini yerleştirirken onlara esin kaynağı olan bir sinemadan gelen eğlenceli bir film bu sonuçta.
(“On the Tiger’s Back”)